Sunday, October 21, 2012

ORTAÇAĞ'DA YOKSULLARIN EN BÜYÜK HAYALİ

Modern beslenme tarzı, yağı hayatımızdan neredeyse tamamen çıkardı. Oysa yağlar, cinsiyet hormonlarının sentezlenmesini, büyümeyi ve gelişmeyi sağlıyor. Özellikle balık yağı gerçek bir yaşam iksiri! 

Ortaçağ 'da yoksulların en büyük hayali 'biraz yağ yiyebilmek'miş . Bazı ilkel kabileler, doğurma çağına gelen genç kızlarını yağlı etle beslermiş. Çocukların pembe yanaklı ve sağlıklı olmasına süt kaymağının yardım ettiği de bilinir. Fakat günümüzde hemen hemen bütün beslenme uzmanları yağları yasaklıyor. "Et, süt, yoğurt ve peynirin yağsızını alın. Tereyağ yemeyin" diyorlar. 




Yağ, büyümeyi destekliyor 
Prof. Dr. Ahmet Aydın, Hayy Kitap'tan çıkan 'Taş Devri Diyeti' adlı kitabında yağların beslememizde çok önemli bir rolü olduğunu söylüyor: "Yağlar, sadece yüksek bir enerji kaynağı değil; birçok hormon, hormon benzeri yapılar ve hücre zarlarının yapısında bulunuyor. Mesela erkeklik hormonu testosteron, kadınlık hormonu östrojen, D vitamini, safra asitleri ve kolesterol olmadan sentezlenemiyor. A, D, E, K gibi önemli vitaminler, yağ olmadan bağırsaktan emilemiyor. Bu nedenle yağların diyetimizden çıkartılması ya da kısıtlanması, vücut sistemlerinin işlevlerini olumsuz etkiliyor. Çocuklarda ise büyüme ve gelişmeyi büyük ölçüde bozuyor." 



YAĞLARIN ÖZELLİKLERİ 
Sanılanın aksine yağı az, dolayısıyla şekeri fazla yiyecekler insanları daha çok acıktırır ve daha çok şişmanlatır! 
Margarin: Kimyasal bir ürün olup insan vücudunu yozlaştırır. Son yıllarda bazı margarinlerde trans yağlar çıkartıldı. Onun yerine 'interesterifikasyo n' denilen ve yine zararlı olan bir yöntem kullanılmaya başlandı. Margarinlerin kolesterol içermemeleri bir üstünlük değil, zaaftır. Zaten bitkisel kaynaklı yağların hiçbiri kolesterol içermez. 
Tohumlu sıvı yağlar: Ayçiçek, pamuk, kanola, mısırözü ve soya yağı, omega-6'dan zengin çoklu doymamış yağ asitleridir. Omega-6/omega- 3 dengesini, omega-6 lehine bozarlar. Sıcak presten çıkan bu yağların, dokuları yıpratıcı özellikleri de var. Kullanılmamalı ya da çok az kullanılmalıdır. 



ZEYTİNYAĞI 
* Mükemmel bir yağdır. Halis sızma olanlar tercih edilmelidir (Soğukta donar). 
* Salatalarda ve zeytinyağlı yemeklerde kullanılmalıdır. Bütün yemekleri zeytinyağıyla yapmak doğru değildir. 
* Riviera ikinci seçenektir (Sıcak baskı). 



FINDIK YAĞI 
* Riviera zeytinyağına çok benzer özelliklere sahiptir, (O da tekli doymamış yağ asitlerinden zengin); ancak sıcak baskı bir yağdır; ikinci seçenek olarak kullanılabilir. 



HAYVANSAL (DOYMUŞ) YAĞLAR 
* Oldukça dayanıklı yağlardır. Trans yağ asitleri oranları düşüktür. 
Tereyağı: Mükemmel! Mümkünse özgür otlayan hayvanların yağı (köy tereyağı). 
* Tereyağının piyasada sahtesi çoktur (Margarin üzerine giydirilmiş). Sahtesi dışarıda bırakıldığında geç erir, bıçakta fazla leke bırakır. 



Tereyağının yararları: 
* En iyi A vitamini kaynağıdır. 
* Yüksek oranda antioksidan (Kolesterol, A vitamini, E vitamini, selenyum) içerir. 
* Bol CLA içerir, iltihap karşıtı, antialerjik ve antikanserojen etkileri vardır. 
* İyi bir iyot kaynağıdır. 
* Diş çürükleri ve osteoporoz riskini azaltır. 
* Lesitin yönünden zengindir. 
* Urfa yağı da, tereyağı gibi yararlıdır. 



KUYRUK VE İÇ YAĞI 
* Tereyağı gibi faydalıdır. 



BALIKYAĞI 
* Hayat iksiridir! Büyük ölçüde omega-3 yağ asidi içerir. Bebeği, hamilesi, genci ve yaşlısına kadar herkes kullanmalıdır. 
* Günde en az 1-2 kapsül (0.5-1 gr) kullanılmalıdır. Müzmin hastalıklarda bu miktar hekim kontrolünde 5-6 grama kadar çıkar. 
* Balıkyağı şişmanlatmaz. Yaz-kış kullanılabilir. 



TAŞ DEVRi DiYETi'NiN GENEL iLKELERi * İki beyazı (şeker ve beyaz un) iyice azaltın, hatta mümkünse hiç yemeyin. Tuzu (üçüncü beyaz) tamamen kesmeseniz de azaltın. 
* Her mevsimin taze meyve sebzesini tüketin. 
* Özgür dolaşan hayvanların etini, süt ürünlerini ve yumurtasını yiyin. 
* Zeytinyağı dışındaki sıvı yağları ve margarini tüketmeyin. Doymuş yağları (tereyağı, iç yağı, kuyruk yağı) tercih edin. 
* Her yiyeceği doğal şekline en yakın olarak tüketin. Paketlenmiş gıdalara itibar etmeyin. 
* Toplam diyetin en az yarısını çiğ yiyeceklerden oluşturun. 
* Kefir, yoğurt, turşu, sirke, nar ekşisi ve boza gibi probiyotiklerden (faydalı mikroplar) zengin gıdaları fazla tüketin. 
* Yasaklar haricinde yeme sınırı yoktur. Doyuncaya kadar yiyebilirsiniz (patlayıncaya kadar değil!). 
* Yeteri kadar güneşlenin ya da kan düzeylerini 40-120ng/ml arasında tutacak kadar D vitamini takviyesi alın. 
* Omega-3/omega- 6 oranınızı artırın. Mutlaka omega-3 takviyesi alın. 
* Günde en az 2 litre su için. 
* Derin nefes alın, stresten uzak durun, iyi uyuyuN 

yazar:Prof. Dr. Ahmet Aydın kimdir? 
1977'de bitirdiği Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde 1988'de doçent, 1994'te profesör oldu. 1993'ten beri İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Beslenmesi ve Metabolizması Bölüm Başkanlığı görevini sürdürüyor. 

Saygılarımızla,
 

ÜÇ TÜR SEVGİ VARDIR SİZİN Kİ HANGİSİ?


Japon düşünür Masumi Toyotome'nin sevgi üzerine söyledikleri.


"Dünyada sevilmek istemeyen kişi yok gibidir" diye başlıyor Toyotome.
"Sevgi nedir, nerede bulunur, biliyor muyuz" diye soruyor. 
Sonra anlatmaya başlıyor.. 


"Sevgi üç türlüdür!.." 

Birincinin adı
"Eğer" türü sevgi!.. 

Belli beklentileri karşılarsak bize verilecek sevgiye bu adı takmış yazar. 
Örnekler veriyor: 
Eğer iyi olursan baban, annen seni sever.
Eğer başarılı ve önemli kişi olursan, seni severim.
Eğer eş olarak benim beklentilerimi karşılarsan seni severim. 

Toyotome, 
"En çok rastlanan sevgi türü budur" diyor. 
Bir şarta bağlı sevgi... Karşılık bekleyen sevgi... 
"Sevenin, istediği bir şeyin sağlanması karşılığı olarak 
vaad edilen bir sevgi türüdür bu" diyor yazar... 
"Nedeni ve şekli bakımından bencildir.
Amacı sevgi karşılığı bir şey kazanmaktır." 
Yazara göre evliliklerin pek çoğu "Eğer" türü sevgi
üzerine kurulduğu için çabuk yıkılıyor. 
Gençler birbirlerinin o anki gerçek hallerine değil,
hayallerindeki abartılmış romantik görüntüsüne aşık oluyor ve 
beklentilere giriyorlar. 
Beklentiler gerçekleşmediğinde, düş kırıklıkları başlıyor. 
Sevgi giderek nefrete dönüşüyor. 

En saf olması gereken anne-baba sevgisinde bile "Eğer" türüne rastlanıyor. 
Yazar bir örnek veriyor. 



Bir genç Tokyo Üniversitesi giriş sınavlarını kazanarak babasını mutlu etmek için, çok çalışıyor. Okul dışında hazırlama kurslarına da gidiyor. Ama başarılı olamıyor. Babasının yüzüne bakacak hali yok. Üzüntüsünü hafifletmek için bir haftalığına Hakone kaplıcalarına gidiyor. 


Eve döndüğünde babası öfkeyle "Sınavları kazanamadın. Bir de utanmadan Hakone'ye gittin" diye bağırıyor. 
Delikanlı "Ama baba, vaktiyle sen de bir ara kendini iyi hissetmediğinde Hakone kaplıcalarına gittiğini anlatmıştın" diyor. 
Baba daha çok kızarak, delikanlıyı tokatlıyor. 
Çocuk da intihar ediyor. 

"Gazeteler intiharın anlık bir sinir krizi sonucu olduğunu söylediler, yanılıyorlardı " diyor yazar. 
"Delikanlı babasının kendisine olan sevgisinin yüksek düzeydeki beklentilerine bağlı olduğunu anlamıştı!.."
İnsanlar "Eğer" türü sevginin üstünde bir sevgi arayışı içindeler aslında. 

"Bu sevginin varlığını ve nerede aranması gerektiğini bilmek, bu genç adamın yaptığı gibi, yaşamı sürdürmekle, ondan vazgeçmek arasında bir tercih yapmakla karşı karşıya kaldığımızda önemli rol oynayabilir" diyor, Masumi Toyotome.

  

İkinci türe geçiyoruz. 
"Çünkü" türü sevgi.




Toyotome bu tür sevgiyi şöyle tarif ediyor: 
"Bu tür sevgide kişi, bir şey olduğu, bir şeye sahip olduğu ya da bir şey yaptığı için sevilir. Başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır". 

Örnek mi?

"Seni seviyorum. 
Çünkü çok güzelsin(Yakışıklısın)."

"Seni seviyorum. 
Çünkü o kadar popüler, o kadar zengin, o kadar ünlüsün ki." ,


"Seni seviyorum. 
Çünkü bana o kadar güven veriyorsun ki.." 

"Seni seviyorum. 
Çünkü beni üstü açık arabanla, o kadar romantik yerler götürüyorsun ki." 


Yazar, 
"Çünkü" türü sevginin, 
"Eğer" türü sevgiye tercih edileceğini anlatıyor. 

"Eğer" türü sevgi, bir beklenti koşuluna bağlı olduğundan büyük ve ağır bir yük haline gelebilir. Oysa zaten sahip olduğumuz bir nitelik yüzünden sevilmemiz, hoş bir şeydir, egomuzu okşar. Bu tür, olduğumuz gibi sevilmektir. İnsanlar oldukları gibi sevilmeyi tercih ederler. Bu tür sevgi onlara yük getirmediği için rahatlatıcıdır. Ama derin düşünürseniz, bu türün, "Eğer" türünden temelde pek farklı olmadığını görürsünüz. Kaldı ki, bu tür sevgi de, yükler getirir insana. İnsanlar, hep daha çok insan tarafından sevilmek isterler. Hayranlarına yenilerini eklemek için çabalarlar. Sevilecek
niteliklere onlardan biraz daha fazla sahip biri ortaya çıktığı zaman, sevenlerinin, artık ötekileri sevmeye başlayacağından korkarlar. Böylece yaşama sonsuz sevgi kazanma gayretkeşliği ve rekabet girer. 

Ailenin en küçük kızı yeni doğan bebeğe içerler. 
Üstü açık BMW'si ile hava atan delikanlı, Ferrari ile gelene içerler. 
Evli kadın, kocasının genç ve güzel sekreterine içerler. 

"O zaman bu tür sevgide güven duygusu bulunabilir mi?" diye soruyor Toyotome...

"Çünkü türü sevgi de, gerçek ve sağlam sevgi olamaz." diyor.

Bu tür sevginin güven duygusu vermeyişinin iki ayrı nedeni daha var... 

Birincisi, 
"Acaba bizi seven kişinin düşündüğü kişi miyiz?" korkusu. 
Tüm insanların iki yanı vardır. 
Biri dışa gösterdikleri. 
Öteki yalnız kendilerinin bildiği. 
"İnsanlar sandıkları kişi olmadığımızı anlar ve bizi terkederlerse" korkusu buradan doğar. 

İkincisi de 
"Ya günün birinde değişirsem ve insanlar beni sevmez olurlarsa.." endişesidir.

 Japonyada bir temizleyicide çalışan dünya güzeli kızın yüzü patlayan kazanla parçalanmış.Yüzü fena halde çirkinleşince, nişanlısı nişanı bozup onu terk etmiş. Daha acısı... Aynı kentte oturan anne ve babası, hastaneye ziyarete bile gelmemişler, artık çirkin olan kızlarını. Sahip olduğu sevgi, sahip olduğu güzellik temeli üstüne bina edilmiş olduğundan bir günde yok olmuş. Güzellik kalmayınca sevgi de kalmamış. Kız bir kaç ay sonra kahrından ölmüş... 

Japon yazar, "Toplumdaki sevgilerin çoğu "Çünkü" türündendir ve bu tür sevgi, kalıcılığı konusunda insanı hep kuşkuya düşürür" diyor... 

Peki o zaman, 
gerçek sevgi, 
güvenilecek sevgi ne?

Ve işte sevgilerin en gerçeği!..

"Üçüncü tür sevgi benim 
"Rağmen"'
diye adlandırdığım türdür"
 diyor yazar. 

Bir koşula bağlı olmadığı için ve karşılığında bir şey beklenmediği için "Eğer" türü sevgiden farklı bu. Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp, böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için "Çünkü" türü sevgi de değil. Bu üçüncü tür sevgide, insan "Bir şey olduğu için" değil, "Bir şey olmasına rağmen" sevilir. 

Güzelliğe bakar mısınız? 

Rağmen sevgi...

Esmeralda, Quasimodo'yu dünyanın en çirkin, en korkunç kamburu olmasına "rağmen" sever. 
Asil, yakışıklı, zengin delikanlı da Esmaralda'ya çingene olmasına "rağmen" tapar!.. " 

Kişi dünyanın en çirkin, en zavallı, en sefil insanı olabilir. 
Bunlara "rağmen" sevilebilir.
 Tabii bu sevgiyle karşılaşması şartı ile..






"Burada insanın, iyi, çekici, zengin konum edinerek sevgiyi kazanması gerekmiyor. Kusurlarına, cahilliğine, kötü huylarına ya da kötü geçmişine "rağmen" olduğu gibi, o haliyle sevilebiliyor. Bütünüyle çok değersiz gibi görünebiliyor ama, en değerli gibi sevilebiliyor. 

Japon yazar 
"Yüreklerin en çok susadığı sevgi budur"  diyor. 

"Farkında olsanız da, olmasanız da, bu tür sevgi sizin için yiyecek, içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, başarı ya da ünden daha önemlidir." 

Bunu böyle olduğundan nasıl emin?

Haklı olduğunu kanıtlamak için sizi bir teste davet ediyor.. 

"Şu soruma cevap verin" diyor. 

"Kalbinizin derinliklerinde, dünyada kimsenin size aldırmadığını ve hiç kimsenin sizi sevmediğini düşünseydiniz, yiyecek, elbise, ev, aile, zenginlik, başarı ve üne olan ilginizi yitirmez miydiniz? Kendi kendinize "yaşamamın ne yararı var" diye sormaz mıydınız? 

Devam ediyor Toyotome...

"Şu anda en sevdiğiniz kişinin sizi sadece kendi çıkarı için sevdiğini anladığınızı bir düşünün... 
Dünya birdenbire başınızın üstüne çökmez miydi?
O an yaşam size anlamsız gelmez miydi?" 

"Diyelim ki sıradan bir yaşamınız var... 
Günlük yaşıyorsunuz... 
Günün birinde gerçek, derin ve doyurucu bir sevgi bulacağınızdan umudunuz olmasa, kalan hayatınızı nasıl yaşardınız?" 
diye soruyor ve yanıtlıyor: 
"Böyleleri ya iyice umutsuzluğa kapılıp intihar ediyorlar ya da iyice dağıtıp yaşayan ölü haline geliyorlar." 

Toyotome, hem de nasıl iddialı savunuyor "rağmen"' sevgiyi...

"Bu gün yaşamınızı sürdürebilmenizin nedeni  "rağmen" türü sevgiyi  şu anda yaşıyor olmanız ya da  bir gün bu sevgiyi bulacağınıza inancınızdır." 

Son sözlerinde biraz umutsuz, Toyotome...

"Bugün yaşadığımız toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak zor. 
Çünkü herkesin sevgiye ihtiyacı var...  Kimsede başkasına verecek fazlası yok"  diye açıklıyor...  Anlatıyor.

"Yakınımızda olan birinin bu sevgiyi bize vermesini bekleriz. 
Ama o da aynı şeyi başkasından beklemektedir"

Peki bu dünyada sevgi ne kadar var?



Yazara göre, açlığımızı biraz bastıracak kadar... 
Ve de yemek öncesi tadımlık gelen iştah açıcılar gibi. 
Bu minnacık tadım, bizi daha müthiş bir sevgi açlığına tahrik ve teşvik ediyor. 
Bu minnacık tadım sevgiye ne kadar muhtaç olduğumuzu anlatıyor. 
Büyük bir hırsla ana yemeğin gelmesini ve bizi doyurmasını bekliyoruz. 
Hani nerede?
Hepsi o...

Ve asıl çarpıcı cümle en sonda: 

"Dünyadaki en büyük kıtlık, 
"Rağmen" türü sevginin 
yeterince olmayışıdır!.."

BEKARMISIN ?SAKIN EVLENME! DİYENLERE İNAT


Can Dündar'dan...
Evlilik, inanmadığım halde içerisinde 17 seneyi bitirdiğim bir kurum benim için.
17 senede (abartmıyorum) 40 çift arkadaşımın son verdiği kurum ayni zamanda da...
Evliliğimin bu kadar uzun sürmesinin gizi belki de kuruma inanmamaktan geçiyor.

Evliliği toplumun dayattığı şekilde yasamamaktan...
Nedir bu dayatmalar? 
Erkeğin muhakkak kadından yasça büyük olması, eğitim seviyesinin erkeğin lehine ya da en azından eşit olması bunların sadece ikisi...
Olmaz, yürümez diyor toplum... Erkek yasça büyük olmalı ki, kadına "hot"  dediğinde oturmalı kadın...
Yâda yumuşatıyorlar;
-Efendim kadın erkekten önce çöktüğü için (hani doğum falan) küçük olmalıymış yaşı...



Eğitimde de böyle... Kadının çok okumuşu bilmiş olurmuş, evde kalmakmış layıkı...
EŞİM BENDEN 2 YAS BÜYÜK; ne "hot" dememe gerek kaldı 17 senede, ne de benden önce çöktü...
Yıllar içinde ben yaşlandıkça o gençleşti,
-"Ooo Can bey kapmışınız çıtırı" esprilerine muhatap dahi oldum. 

EŞİM 3 ÜNİVERSİTE BİTİRDİ; ben bir taneyi 9 senede bitirdim..
Ne o bana bilmişlik tasladı, ne ben ona ezik baktım... Kulağa gelen müzik tekse de, onu oluşturan notalar farklıdır der Halil Cibran... 
Bunu unutmadık biz.
Ben konuşurken o dinledi, ben dinlerken o konuştu 17 sene.
O öfkeliyken ben, ben öfkeliyken o "haklisin bir tanem..." dedik,


Öfke bitip fırtına durulduğunda "ama bir de böyle düşün" de dedik fikrimizi savunurken.
Farklı insanlar olarak görmedik birbirimizi, ayni amaç için savaşan neferlerdik bu hayatta...
Asla bilmedik ne kadar para kazandığımızı, ortak cüzdanımızdan gerektiği kadar aldık..
Ne kadar çalarsa çalsın masanın üstünde telefon, kim bu saatte arayan karşı cins diye sorgulamadık da ama...
Sevginin en büyük dostuydu bizim için "güven"... Ve güvenin ardına saklanmış bir "saygı"vardı daima... 

Ne kavgalar, ne badireler atlattık 17 senede...
Eee ülkeler neler gördü, biz çekirdek aile mi sütliman yaşayacaktık...
Bir gün öyle bir girdik ki birbirimize, ben ilk kez odamın dışında yattım bi gece, misafir odasında... 
Gece yarısı kapı açıldı esim;
-"Ne yapıyorsun burada?" diye sordu kapının eşiğinden, "uyuyorum" dedim buz gibi bi sesle...
Gitti, gelmesi 1 dakikasını almıştı elinde yastıkla...
"kay yana" dedi daracık yatakta. "ne yapıyorsun?" dediğimde  
"benim yerim senin yanın, sen gelmezsen ben gelirim" dedi...
Anladım ki o gece, en uzun kavgamız yat saatine kadar sürecek...
Ve bence doğrusu da bu...
Özen gösterdik o günden sonra, evin her yerinde kavga ettik,
 yatak odamız hariç.
Kırsak da zaman zaman kalplerimizi, asla kin tutmadık birbirimize...

Toplum kurallarıyla oynasaydık bu oyunu belki de 41 inci çift olacaktık o listede...
Ama oyunun kurallarını biz koyduk... Nede olsa bizim oyunumuzdu oynanan...


Evlilik; hesapsız içine dalınması gereken bir oyun bence...
Topluma kulaklarını tıkayarak hem de... Ne benim, ne de bizim sözlerimizle...
Sadece gönlünüzden geçtiğince...
Dediği gibi Ataol Behramoğlu'nun; 
"...Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına.
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır.
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana... 

CAN DÜNDAR
Hayat kısa gelen bir battaniye gibidir.
Yukarı çekersin ayak parmakların isyan eder.
Aşağı çekersin omuzların titrer. 
Ama yine de, neşeli insanlar dizlerini karınlarına çeker, rahat bir uyku 
uyumayı başarır...

TELGRAF ve ATATURK


Iki satirlik bir telgrafin yarattigi bilim  adami 
Ord.Prof.Dr. Sadi Irmak'in anisi 




"Istanbul Universitesi'nde ogrenci  oldugum siralar, okul duvarinda bir ilan gordum: 
"Avrupa'ya talebe yollanacaktir. " 
Allah  Allah, dedim! Ulke yikik dokuk, her yer virane, Lozan yeni imzalanmis, bu durumda Avrupa'ya talebe... Luks  gibi gelen bir sey... 








Ama bir sansimi denemek istedim. 150 kisi  icinden 11 kisi secilmisiz. Benim ismimin yanina Ataturk, "Berlin Universitesi'ne gitsin." diye yazmis. 
Vakit geldi, Sirkeci Gari 'ndayim;ama  kafam cok karisik




                                                                            Prof. Dr. Sadi IRMAK (1904-1990)

Başbakanı Olduğu Hükûmetler ve Görev Zamanları

38. T.C. Hükûmeti 17.11.1974 31.03.1975
Gitsem mi, kalsam mi? Beni orada  unuturlar mi? Para yollarlar mi?
Tam gitmemeye karar  verdigim, geri dondugum sirada bir post muvezzi ismimi cagirdi.
"Mahmut Sadi!  Mahmut Sadi! Bir telgrafin  var."
 
"Benim" dedim.
Telgrafi actim, aynen sunlar yaziyordu:
"Sizleri bir kivilcim olarak yolluyorum, alevler olarak geri donmelisiniz."

Imza Mustafa Kemal 
Okuyunca dusunduklerimden olaganustu utandim. "Simdi gel de gitme, git de calisma, don de bu  ulke icin canini verme" dedim." 
"Dusunun 1923'te o kadar isinin arasinda 11 ogrencinin nerde, ne zaman, ne hissettigini sezebilen, ona gore telgraf ceken bir liderin  onderliginde bu ulke icin can verilmez mi?" 
Cok basarili oldum. Ulkeme alev olarak dondum. Once Istanbul Universitesi Genel ve Beseri Fizyoloji  Enstitusu'nu kurdum. Kursu baskani oldum. Daha  sonra ulkemin basbakanligini yaptim. Ben kim miyim?
Ben sadece iki satirlik bir telgrafin yarattigi bilim adami   Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak'im."
 

Kızılderiliden Hayat Dersi


KIZILDERILIDEN TEK KELIMELIK HAYAT DERSI.


Cherokee kabilesinin yaslilarindan biri hayat, ask ve evlilik uzerine konusurken sunlari soyluyor:

"Icimizde iki kurt var ve bunlarin arasinda da korkunc bir savas.

Kurtlardan biri; korkuyu, ofkeyi, kiskancligi, pismanligi, acgozlulugu, kibiri, kendine acimayi, kuskunlugu, asagilik duygusunu, yalanlari, ustunluk taslamayi ve benciligi temsil ediyor.

Digeri ise; zevki, huzuru, sevgiyi, umudu, paylasmayi, comertligi, dinginligi, alcak gonullulugu, nezaketi, yardimseverliligi, dostlugu, anlayisi, merhameti ve inanci temsil ediyor."
Genclerden biri "hangi kurt kazanacak?" diye soruyor ve yasli adam kisaca cevap veriyor:


"
Beslediginiz"

Old Goverment System Not enough for new society, We need a new System

The government feels bloated, outdated, inefficient, and full of people who talk more than they act. In a factory, if a machine doesn’t wor...