Her devrin değişmez davası : Din ve politika.Milletimiz
,dinin politikaya karıştırılmasından çok çekmiştir .Devamlı şikayet konusu olan
bu dert ,neden acaba ikide bir hortluyor ?Acaba kabahat din adamlarında mı ?
Yoksa dini politikaya karıştırmaktan fayda uman zümre ve ferdlerde mi?
Hemen
söyleyelim ,dinin politikaya karıştırılmasında ,ondan şikayet edenler de rol
oynamıştır.Şunu kabul etmek gerekir ki ,din sosyal bir gerçektir .Cemiyet
bulundukça din de olacaktır .Akla ,lüzumundan çok önem veren ve her şeyin akıl
ile çözümlenebileceğine inanan rasyonalist görüş ,dinin bir Ortaçağ kurumu olduğunu
ileri sürmekte ve onu çağımız için devresi kapanmış bir kalıntı olarak
düşünmektedir .Bu tamamiyle yanlıştır .Din ,tabii bir kurumdur .Dinsizlik
,ferde ait özel bir tavırdır .Fert ,dinsiz olabilir ;ve fakat cemiyet dinsiz
olamaz .Sovyet Rusya bunu denedi ve muvaffak olamadı.
Bizim
yanıldığımız nokta ,din karşısında ferdi olan tavrımızı sosyal bir gerçek
sanmammızdır .İnsan dşünen bir makine değildir .Düşünmek kadar ‘’inanmakta ‘’
insana ait bir yeti ,bir ihtiyaçtır.Çok şükür ki insan düşünen bir makine değildir
.Böyle bir insan bir robottur.İnsan inanan ,duyan bir varlıktır.Fransız
filozofu Lamerrrie ‘nin ‘’ Makine Adam’’ adlı eserinde hayal ettiği şey ,bir
hakikat olsaydı ,dünyanın bir çok zevklerinden ve saadetinden mahrum ,kuru bir
varlık ortaya çıkar ve iç
güdüleriyle,hazlarıyla hareket eden hayvanları kıskanırdık ..Akıl bizim hem
meziyetimiz hem de zaafımızdır .Akıl da ferde ait bir özelliktir .’’ Sosyal
tabiat’’ da akıl yoktur .Aklın gelişmesi ‘’ tecrübe ‘’ ile karşılaşınca büyük
başarılar elde etmesi ,18. Asır Avrupasında
,’’ Aydınlanma Devri ‘’ dediğimiz bir
nevi ‘’ akıl dini ‘’ yarattı .Bu din
materyalist bir çıkmaza saplandı ve değerini kaybetti .Bu ‘’ aydınlanma devri ‘’
her şeyi din ve inanç yoluyla açıklayan ‘’
Ortaçağ ‘’ düşüncesine karşı bir tepki idi ve insanı ,sanki yalnızmış gibi
düşünüyor ,cemiyeti hesaba katmıyordu.Aklın kurduğu fanteziyi hiçbir zaman ‘’inanç
‘’ kuramamıştır.Daha ileri giderek diyebiliriz ki ; aklın inanç alanında
kurduğu fantezilerden biri de ‘’ İslamiyet ‘’.18 inci asrın tecrübeden ilham
alan ‘’akılcılık’’ ile İslamiyetin ‘’
akılcılık ‘’ ı arasında şu fark vardır.Modern akılcılık düşünce ile tabiat
olayları arasında bir uzlaşmaya yönelmişti.Dinin akılcılığında ise ;Tanrının
emri ile akıl arasında bir tutarlık bulma düşüncesi vardı.Her ikisi de hatalı
idi ;birisi materyalizme saplandı ,diğeri Ortaçağ düşünce sistemini yarattı
.Ortaçağ düşünce sistemi ,sanıldığının tersine ,akla lüzumundan fazla inanan ve
yeren bir sistemdi .
İslamiyet
,niçin akla önem verdi ? .Çünkü ,o , yalnız ferdi değil , cemiyeti de kurtarmak
istiyordu .Bir ahlak düzeninin yanında bir hukuk düzeni,daha açık bir deyimle
,bir devlet düzeni getiriyordu.Dünya düzeninin değişmez ‘’ nas ‘’ larla idareye
kalkmak ,hayatı dondurmak olurdu .Kendisinin son peygamber olduğu bir dinin
resulü ,akan ve yürüyen hayatla ‘’ nas ’’ lar arasında bir uçurum açılmaması
için ,’’ aklı ‘’ bir uzlaşma ,bir ahenk unsuru olarak savundu ;’’ inanç ‘’ ve ‘’
ibadet ‘’ alanı dışında kalan sahalarda ölçü ‘’ akıl ‘’ oldu ,Bu akıl bir
taraftan ‘’nas ‘’ larla tabiat ve bilgi düzeni arasında bir köprü vazifesini
kurdu .Birincisinden ‘’ tefsir ilmi ‘’ ,ikincisinden ‘’ fıkıh ‘’ sistemi doğdu
.Fıkıhın hedefi ,sosyal tabiata yön vermekti .’’ Sosyal tabiat ‘’ mahiyeti
icabı oynak ve değişkendi : ve bir ‘’ zaman içinde ‘’ cereyan ediyordu .Bu akar
tabiate naslarla sedler kurulamazdı.Bu durum karşısında İslamiyet ‘’ sosyal
alanda ‘’ aklın ölçülerini de aşarak doğrudan doğruya gerçekleri kendisine ölçü
olarak aldı. Cemiyetin ve devletin çatısını kuran ‘’ hukuki tablate ‘’ dikkat
etti .Onun kaynağında ‘’ örf ve adet ‘’ denilen yaygın değerleri buldu .Örfe ve
adetler cemiyetten cemiyete değişiyordu.Bu değişme bazen ‘’ nas ‘’ larla da
çatışıyordu .Ya adetleri dondurmak veya hesaba katmamak ve yahut da onlara has
mertebesinde bir değer vermek gerekiyordu .Böylece İslam hukunda ‘’örf ile
tayin ,nas ile tayin gibidir ‘’ sözü ,hukuk kaidelerinde prensip oldu ve ‘’
zamanın değişmesiyle hükümlerin değişmesi caizdir ‘’ şeklinde umumi bir
kaide,sosyal hayatın akışına bütün kapılarını açtı .İslam hukuku kaynaklarından
bir olan ‘’ içma-i ümmet ‘’ ,bu hukukta
sosyal gerçeklerin temsilcisi olmuştur. Hatta ,daha ileri giderek söyleyebilirz
ki ,Batı dünyası örf adetlerle hukuk arasındaki münasebeti ancak 19 uncu
asırda,romantik ve nasyonalist hukuk anlayışı ortaya çıktığı zaman incelemeye
koyulmuştur. Bu bakımdan ,İslam hukukçuları ,’’ örf ve adetler sosyolojisi’’
ile ‘’ hukuk sosyolojisi ‘’ nin kurucuları sayılabilir.Örf ve adetlerin özü
,dokuması ve değişmesi ,İslam hukukunda inceden inceye tahlil edilmek suretiyle
,bugün bugün sosyal psikoloji ve sosyal antroplojinin uğraşma alanına giren bu
değerler ,çok daha önce ,ve fakat sadece hukuk alanında kalmak şartiyle ,islam
hukukçuları tarafından ele alınmıştır.
Fakat bütün
bu meziyet ve vasıflarına rağmen ,bu hukuk başta Tanrının bulunduğu dini bir
hukuktu .Din ve devletin birliği esasına dayanıyordu .Din ile devlet
birbirinden ayrılınca zaruri olarak Kur’anda ‘’muamelata’’ yani, dünyaya ve
cemiyete ait olan hükümler geçerliliğini yitirdi.Din ve devletin birbirinden
ayrılması mümkün müdür ? ‘’ Zamanın değişmesi ile hükümlerin de değişeceğini ‘’
söyleyen bir dinin buna engel olacağını sanmak ,kaba bir taassuptan başka bir
şey olmasa gerek.Nitekim ,İslam hukukunun yetersizliği karşısında ,şer’iye
mahkemelerinin yanı sıra ,sivil mahkemelerin kurulması ,Cumhuriyet inkılabına
takaddüm eden devirlerin bir sıkıntısını açığa vurmaktadır.
Cumhuriyet
,din ve devleti birbirinden ayırdığı zaman bu sıkıntıyı kesin bir sonuca
bağlamıştır. ‘’islamiyet ,akla en çok önem veren bir dindir ‘’ tarzında
fikirler ileri süren aydınlarımız bilmeyerek bir çelişik düşüncenin içine
düşüyorlar,İslamiyetin rasyonalist olduğunu söylerken ne kasdediyorlar
.İslamiyet de bütün dinler gibi bir inanç alanına dayanır. Onun rasyonalist
olan tarafı ,fizik ve sosyal tabiata bakan tarafıdır.Bu da kısır,içine kapalı
bir rasyonalizmdir.Bir kelime ile yukarıda da işaret ettiğimiz gibi ,bu bir
mantık önermelerine göre işleyen ve tabiat prensiplerini de o yolda çözümlemeye
çalışan bir Ortaçağ rasyonalizmidir . o halde bu ,kendisinden kaçmamız gereken
bir düşünce sistemidir.İslamiyeti bu rasyonalizmden sıyırdığımız zaman geriye o
bir ‘’ inanç ‘’ ve ‘’ ibadet ‘’ alanı olarak kalır .Rasyonalizm ,fertle devlet
,fertle cemiyet,fertle tabiat arasında bir ölçü idi .Fertle doğrudan doğruya
Tanrı arasındaki ölçü ‘’inanç’’ ve ‘’ ibadet ‘’ yoluyla kurulur.Dinin devletten
ayrılması ,dinin politika dışında bir vicdan aydınlığı haline gelmesi bu tarzda
mümkündür .Fakat islamiyetin dünyevi
ayetleri ,bir devlet dini olması bakımından ön planda rol oynamış ve dine
farmel bir katılık getirmiştir.Bugün varmak istediğimiz hedef ,islamiyeti
devlet dini olmaktan kurtararak millet dini haline getirmektir .devlet dini
olarak İslamiyet tarihimizde şerefli bir rol oynamış ve devresini kapatmıştır.
Asırlarca devleti
sevk ve idare etmiş bir dinin birdenbire kendi yataklarına,ferdin vicdanına
çekilmesi ,elbetteki kolay başarılacak bir iş değildir :o halde bugün vatandaşa
verilecek din terbiyesi deyince bundan ‘’inanç ‘’ ve ‘’ibadet ‘’ e ait ayetleri
anlamak lazım .Türk halkı da din deyince zaten bunları anlamış ve hatta bunlar
içinde dahi bir takım değişiklikler yapmış .
Yahya Kemal ‘in dikkate değer bir müşahedesi
vardı.Derdi ki ,halkımız,ibadete ait ayetlerde de bazılarını yumuşatmış ve
bazılarını da katılaştırmıştır . Mesela ‘’ namaz ‘’ da ‘’ oruç ‘’ da
farzdır.Fakat Türk halkı namaz kılmayanlara müsamaha ile bakmış ve fakat ‘’
oruç ‘’ yiyenlere karşı fanatik davranmıştır.
Bizde bir yanlış adet daha olmuş ; o da , mezhepler ibadet
sahasına ait ıslahatçı bir tavra sahip olacak yerde daha çok umura ait
meselelerde birbirlerinden ayrılmışlardır.İbadette reformu tarikatler yapmaya
çalışmışlardır. Fakat bu tarikatler ,birer resmi mezhep haline inkılap edememiş
.Çünkü ,devlet daima ,Şeriat ,dünya düzenine ,yani devlete ve kanuna yönelmiş
,tarikat ise manevi düzene ,ferde yönelmiş ve onu kurtarmaya çalışmıştır.
Bugün ne yapabiliriz ? yapılacak şey inanç ve ibadete ait ayetleri bir araya
getirmektir.İbadet Türkçe mi olmalıdır,arapça mı ? diye bir soru sormak bize
düşmez ve hakkımız da yoktur. Önce meseleyi neden Türkçe olmamıştır ?diye
ortaya atmak gerekir .Herhalde bunun ,dini olmaktan çok daha fazla ,sosyal bir
sebebi vardır.Bize düşen ,bunu açıklamak ve gerisini din adamlarına bırakmaktır
.
Aydınlarımızın bir kusuru veya hatalı bir tavrı daha var
.O da sanki dinde yapılacak kendileri için malum imiş gibi ibadete ve inanca
ait sahalara rahatça karışmalarıdır .Buna hakkımız yok .dinde reformu din adamı
yapar.İlk is de dini politikadan kurtarmak lazım …
Cahit Tanyol
Cumhuriyet
9 Ağustos 1960
sayfa 3
Cahit Tanyol
Cumhuriyet
9 Ağustos 1960
sayfa 3