Sunday, March 31, 2013

Devlet Dini-Millet Dini


Her devrin değişmez davası : Din ve politika.Milletimiz ,dinin politikaya karıştırılmasından çok çekmiştir .Devamlı şikayet konusu olan bu dert ,neden acaba ikide bir hortluyor ?Acaba kabahat din adamlarında mı ? Yoksa dini politikaya karıştırmaktan fayda uman zümre ve ferdlerde mi?
        Hemen söyleyelim ,dinin politikaya karıştırılmasında ,ondan şikayet edenler de rol oynamıştır.Şunu kabul etmek gerekir ki ,din sosyal bir gerçektir .Cemiyet bulundukça din de olacaktır .Akla ,lüzumundan çok önem veren ve her şeyin akıl ile çözümlenebileceğine inanan rasyonalist görüş ,dinin bir Ortaçağ kurumu olduğunu ileri sürmekte ve onu çağımız için devresi kapanmış bir kalıntı olarak düşünmektedir .Bu tamamiyle yanlıştır .Din ,tabii bir kurumdur .Dinsizlik ,ferde ait özel bir tavırdır .Fert ,dinsiz olabilir ;ve fakat cemiyet dinsiz olamaz .Sovyet Rusya bunu denedi ve muvaffak olamadı.
       Bizim yanıldığımız nokta ,din karşısında ferdi olan tavrımızı sosyal bir gerçek sanmammızdır .İnsan dşünen bir makine değildir .Düşünmek kadar ‘’inanmakta ‘’ insana ait bir yeti ,bir ihtiyaçtır.Çok şükür ki insan düşünen bir makine değildir .Böyle bir insan bir robottur.İnsan inanan ,duyan bir varlıktır.Fransız filozofu Lamerrrie ‘nin ‘’ Makine Adam’’ adlı eserinde hayal ettiği şey ,bir hakikat olsaydı ,dünyanın bir çok zevklerinden ve saadetinden mahrum ,kuru bir varlık ortaya çıkar  ve iç güdüleriyle,hazlarıyla hareket eden hayvanları kıskanırdık ..Akıl bizim hem meziyetimiz hem de zaafımızdır .Akıl da ferde ait bir özelliktir .’’ Sosyal tabiat’’ da akıl yoktur .Aklın gelişmesi ‘’ tecrübe ‘’ ile karşılaşınca büyük başarılar elde etmesi ,18.  Asır Avrupasında ,’’ Aydınlanma  Devri ‘’ dediğimiz bir nevi ‘’ akıl  dini ‘’ yarattı .Bu din materyalist bir çıkmaza saplandı ve değerini kaybetti .Bu ‘’ aydınlanma devri ‘’ her şeyi din ve  inanç yoluyla açıklayan ‘’ Ortaçağ ‘’ düşüncesine karşı bir tepki idi ve insanı ,sanki yalnızmış gibi düşünüyor ,cemiyeti hesaba katmıyordu.Aklın kurduğu fanteziyi hiçbir zaman ‘’inanç ‘’ kuramamıştır.Daha ileri giderek diyebiliriz ki ; aklın inanç alanında kurduğu fantezilerden biri de ‘’ İslamiyet ‘’.18 inci asrın tecrübeden ilham alan ‘’akılcılık’’  ile İslamiyetin ‘’ akılcılık ‘’ ı arasında şu fark vardır.Modern akılcılık düşünce ile tabiat olayları arasında bir uzlaşmaya yönelmişti.Dinin akılcılığında ise ;Tanrının emri ile akıl arasında bir tutarlık bulma düşüncesi vardı.Her ikisi de hatalı idi ;birisi materyalizme saplandı ,diğeri Ortaçağ düşünce sistemini yarattı .Ortaçağ düşünce sistemi ,sanıldığının tersine ,akla lüzumundan fazla inanan ve yeren bir sistemdi .
        İslamiyet ,niçin akla önem verdi ? .Çünkü ,o , yalnız ferdi değil , cemiyeti de kurtarmak istiyordu .Bir ahlak düzeninin yanında bir hukuk düzeni,daha açık bir deyimle ,bir devlet düzeni getiriyordu.Dünya düzeninin değişmez ‘’ nas ‘’ larla idareye kalkmak ,hayatı dondurmak olurdu .Kendisinin son peygamber olduğu bir dinin resulü ,akan ve yürüyen hayatla ‘’ nas ’’ lar arasında bir uçurum açılmaması için ,’’ aklı ‘’ bir uzlaşma ,bir ahenk unsuru olarak savundu ;’’ inanç ‘’ ve ‘’ ibadet ‘’ alanı dışında kalan sahalarda ölçü ‘’ akıl ‘’ oldu ,Bu akıl bir taraftan ‘’nas ‘’ larla tabiat ve bilgi düzeni arasında bir köprü vazifesini kurdu .Birincisinden ‘’ tefsir ilmi ‘’ ,ikincisinden ‘’ fıkıh ‘’ sistemi doğdu .Fıkıhın hedefi ,sosyal tabiata yön vermekti .’’ Sosyal tabiat ‘’ mahiyeti icabı oynak ve değişkendi : ve bir ‘’ zaman içinde ‘’ cereyan ediyordu .Bu akar tabiate naslarla sedler kurulamazdı.Bu durum karşısında İslamiyet ‘’ sosyal alanda ‘’ aklın ölçülerini de aşarak doğrudan doğruya gerçekleri kendisine ölçü olarak aldı. Cemiyetin ve devletin çatısını kuran ‘’ hukuki tablate ‘’ dikkat etti .Onun kaynağında ‘’ örf ve adet ‘’ denilen yaygın değerleri buldu .Örfe ve adetler cemiyetten cemiyete değişiyordu.Bu değişme bazen ‘’ nas ‘’ larla da çatışıyordu .Ya adetleri dondurmak veya hesaba katmamak ve yahut da onlara has mertebesinde bir değer vermek gerekiyordu .Böylece İslam hukunda ‘’örf ile tayin ,nas ile tayin gibidir ‘’ sözü ,hukuk kaidelerinde prensip oldu ve ‘’ zamanın değişmesiyle hükümlerin değişmesi caizdir ‘’ şeklinde umumi bir kaide,sosyal hayatın akışına bütün kapılarını açtı .İslam hukuku kaynaklarından bir olan ‘’ içma-i  ümmet ‘’ ,bu hukukta sosyal gerçeklerin temsilcisi olmuştur. Hatta ,daha ileri giderek söyleyebilirz ki ,Batı dünyası örf adetlerle hukuk arasındaki münasebeti ancak 19 uncu asırda,romantik ve nasyonalist hukuk anlayışı ortaya çıktığı zaman incelemeye koyulmuştur. Bu bakımdan ,İslam hukukçuları ,’’ örf ve adetler sosyolojisi’’ ile ‘’ hukuk sosyolojisi ‘’ nin kurucuları sayılabilir.Örf ve adetlerin özü ,dokuması ve değişmesi ,İslam hukukunda inceden inceye tahlil edilmek suretiyle ,bugün bugün sosyal psikoloji ve sosyal antroplojinin uğraşma alanına giren bu değerler ,çok daha önce ,ve fakat sadece hukuk alanında kalmak şartiyle ,islam hukukçuları tarafından ele alınmıştır.
       Fakat bütün bu meziyet ve vasıflarına rağmen ,bu hukuk başta Tanrının bulunduğu dini bir hukuktu .Din ve devletin birliği esasına dayanıyordu .Din ile devlet birbirinden ayrılınca zaruri olarak Kur’anda ‘’muamelata’’ yani, dünyaya ve cemiyete ait olan hükümler geçerliliğini yitirdi.Din ve devletin birbirinden ayrılması mümkün müdür ? ‘’ Zamanın değişmesi ile hükümlerin de değişeceğini ‘’ söyleyen bir dinin buna engel olacağını sanmak ,kaba bir taassuptan başka bir şey olmasa gerek.Nitekim ,İslam  hukukunun yetersizliği karşısında ,şer’iye mahkemelerinin yanı sıra ,sivil  mahkemelerin kurulması ,Cumhuriyet inkılabına takaddüm eden devirlerin bir sıkıntısını açığa vurmaktadır.
         Cumhuriyet ,din ve devleti birbirinden ayırdığı zaman bu sıkıntıyı kesin bir sonuca bağlamıştır. ‘’islamiyet ,akla en çok önem veren bir dindir ‘’ tarzında fikirler ileri süren aydınlarımız bilmeyerek bir çelişik düşüncenin içine düşüyorlar,İslamiyetin rasyonalist olduğunu söylerken ne kasdediyorlar .İslamiyet de bütün dinler gibi bir inanç alanına dayanır. Onun rasyonalist olan tarafı ,fizik ve sosyal tabiata bakan tarafıdır.Bu da kısır,içine kapalı bir rasyonalizmdir.Bir kelime ile yukarıda da işaret ettiğimiz gibi ,bu bir mantık önermelerine göre işleyen ve tabiat prensiplerini de o yolda çözümlemeye çalışan bir Ortaçağ rasyonalizmidir . o halde bu ,kendisinden kaçmamız gereken bir düşünce sistemidir.İslamiyeti bu rasyonalizmden sıyırdığımız zaman geriye o bir ‘’ inanç ‘’ ve ‘’ ibadet ‘’ alanı olarak kalır .Rasyonalizm ,fertle devlet ,fertle cemiyet,fertle tabiat arasında bir ölçü idi .Fertle doğrudan doğruya Tanrı arasındaki ölçü ‘’inanç’’ ve ‘’ ibadet ‘’ yoluyla kurulur.Dinin devletten ayrılması ,dinin politika dışında bir vicdan aydınlığı haline gelmesi bu tarzda mümkündür .Fakat islamiyetin  dünyevi ayetleri ,bir devlet dini olması bakımından ön planda rol oynamış ve dine farmel bir katılık getirmiştir.Bugün varmak istediğimiz hedef ,islamiyeti devlet dini olmaktan kurtararak millet dini haline getirmektir .devlet dini olarak İslamiyet tarihimizde şerefli bir rol oynamış ve devresini kapatmıştır.
       Asırlarca devleti sevk ve idare etmiş bir dinin birdenbire kendi yataklarına,ferdin vicdanına çekilmesi ,elbetteki kolay başarılacak bir iş değildir :o halde bugün vatandaşa verilecek din terbiyesi deyince bundan ‘’inanç ‘’ ve ‘’ibadet ‘’ e ait ayetleri anlamak lazım .Türk halkı da din deyince zaten bunları anlamış ve hatta bunlar içinde dahi bir takım değişiklikler yapmış .



Yahya Kemal ‘in dikkate değer bir müşahedesi vardı.Derdi ki ,halkımız,ibadete ait ayetlerde de bazılarını yumuşatmış ve bazılarını da katılaştırmıştır . Mesela ‘’ namaz ‘’ da ‘’ oruç ‘’ da farzdır.Fakat Türk halkı namaz kılmayanlara müsamaha ile bakmış ve fakat ‘’ oruç ‘’ yiyenlere karşı fanatik davranmıştır.
Bizde bir yanlış adet daha olmuş ; o da , mezhepler ibadet sahasına ait ıslahatçı bir tavra sahip olacak yerde daha çok umura ait meselelerde birbirlerinden ayrılmışlardır.İbadette reformu tarikatler yapmaya çalışmışlardır. Fakat bu tarikatler ,birer resmi mezhep haline inkılap edememiş .Çünkü ,devlet daima ,Şeriat ,dünya düzenine ,yani devlete ve kanuna yönelmiş ,tarikat ise manevi düzene ,ferde yönelmiş ve onu kurtarmaya çalışmıştır.
       Bugün ne  yapabiliriz ? yapılacak şey inanç ve ibadete ait ayetleri bir araya getirmektir.İbadet Türkçe mi olmalıdır,arapça mı ? diye bir soru sormak bize düşmez ve hakkımız da yoktur. Önce meseleyi neden Türkçe olmamıştır ?diye ortaya atmak gerekir .Herhalde bunun ,dini olmaktan çok daha fazla ,sosyal bir sebebi vardır.Bize düşen ,bunu açıklamak ve gerisini din adamlarına bırakmaktır .
Aydınlarımızın bir kusuru veya hatalı bir tavrı daha var .O da sanki dinde yapılacak kendileri için malum imiş gibi ibadete ve inanca ait sahalara rahatça karışmalarıdır .Buna hakkımız yok .dinde reformu din adamı yapar.İlk is de dini politikadan kurtarmak lazım …




Cahit Tanyol

Cumhuriyet
9 Ağustos 1960
sayfa 3

ONCE UPON A TIME ADAKALE WAS IN THE TUNA RIVER

When I was looking for Ottoman time fairy tails I found out about Adakale. The history of A little island fascinated me and I couldn't s...