Wednesday, April 24, 2013

earthlings: azerbaycan'da eurovision için köpek katliamı - gün...

earthlings: azerbaycan'da eurovision için köpek katliamı - gün...: haftada üç kez olmak üzere halihazırda sürek avı şeklinde yetkililer tarafından apaçık, net, ortada gerçekleştirilmeye devam eden, gö...

Sunday, March 31, 2013

ŞİDDET TOHUMU NASIL ATILIR


Sosyal düzensizliklerin  tohumları, çim tohumları gibi, bugünden yarına, çabucak filiz vermez. Ekildiği bahçeyi ancak bir ay içinde yeşile boyar. Sertlik ve şiddetin tohumları ise, yıllar sonra ülkeyi kana boyar.
1961 Anayasası nı Hazılayanlar sağdan 3.Velidedeoğlu

     Ünlü İngiliz yazarlarından Herbert George WELLS ( 1886 – 1946 )  ,sosyal ve politik nitelikteki yazı ve romanlarının yanı sıra ,’’Dünya Tarihinin genel Çizgileri ‘’ adı altında özlü bir kitap da yayımlamıştır. Birinci Dünya Savaşı ‘ndan sonra yayınlanan bu kitabın, önemli bir bölümü Mehmet Ali Tevfik Bey tarafından ‘’ Cihan Tarihinin Umumi Hatları ‘’ başlığıyla Türkçeye çevrilmiş ve 1928 ‘de Milli Eğitim Bakanlığı’nca yayımlamıştır. Bu kitabın hemen başındaki birinci bölüm,’’ Çağdaş Emperyalizm Felaketi ‘’ başlığını taşır. Yazar, burada,emperyalist devletlerin tutumlarını eleştirirken sözü La Haye ‘ de toplanan iki konferansa getirerek şöyle der :
‘’ Dünyadaki bağımsız devletlerden çoğu ikinici konferansa delegeler gönderdiler .fakat bu delegeleri diplomatlar arasından seçtiler ;dünyanın özgür düşünceli düşünürlerinin ; görüşme ve kararlar üzerinde bir etkisi olmadı .halk,bu konferanslara karşı ilgi göstermiyordu ‘’ (s.3) .Emperyalist devletlerden ,özellikler Almanya ‘dan söz ederken şöyle der : ‘’ Almanya ,bütün gücünü çocuklarının öğretim ve eğitimine ödüyordu ;Avrupa ‘da öğretim ve eğitim  sistemi en çok gelişmiş ülke Almanya idi ,(…) Çağdaş Almanya ‘da  iyi ve büyük olarak her ne varsa ,Almanya bunları öğretmenlere borçluydu .(….) Ama birinci derecede önemli bir şey vardır  ki  o da, Almanya ‘da yetişen kuşakların nasıl bir düşünce eğitimi aldıklarıdır. Hohenzollern sülalesinin yararına olarak okul ,edebiyat ve basın ,sistematik bir kontrol altına alındı .(…) Almanların bütün tarih öğretimi amacı ,HOHENZOLLERN hanedanının  geleceğini sağlamaktı ..(…)  Almanlar yavaş yavaş Almanya ‘yı  ve Alman İmparatorunu doğa üstü şeyler gibi görmeğe başladı .(…) Çağdaş devletlerden hiçbiri öğretim ve eğitime karşı bu kertede büyük bir cinayet işlememiştir. (…) Bütün gençler aynı yöntemle eğitilmişlerdi. Almanya öğretmenleri ,  profesörleri, hatipleri , başkanları ,bu gençlerin anaları ve eşleri kendilerini  şimdi pek yakın olan bu olgu için hazırlamışlardı .Bu gençlerin hepsi ,patlamak üzere olan savaşı düşündük e ,kendilerini Almanya dışında bütün insanlığa ve Almanya içinde başkaldırıcı işçilere karşı büyük bir yengi kazanmaya çağıran boru seslerini duyarak titriyorlardı .Bir güreşçi ,  antremanı  bitince nasıl coşkulu  bir durumda bulunursa ,Almanya  da öyle coşkulu bir durumdaydı ..’’ ( wells ,sözü edilen kitap s 5-11).
İngiliz yazarı ,kimi cümlelerini yukarıya aktardığımız gözlemleriyle ,bir ulusun gençliğinin ,eğitim yoluyla ne gibi zararlı doğrultulara yöneltilebileceğini – Birinci Dünya savaşı öncesi Kayzer Almanyası ‘nı ele alarak – çok çarpıcı bir biçimde vurguluyor. Onun anlattığı bu tip eğitim süreci Hitler Almanyası’nda da egemen olduğu için ,İkinci Dünya Savaşı öncesi durum arasında koşutşul vardı. Her iki savaşın sonrası ise ,Almanya için yıkım olmuştur.
        Bizde de Demokrat Parti ‘nin 1950 ‘de iktidara gelmesinden sonra, özellikle 1953 yılından başlayarak ,bağnaz partizanlığı gittikçe gelimesi ,Cumhurbaşkanlığı asasına DP simgesini işleten bir Devlet Başkanının ,karşılarındaki siayasal muhalefeti ‘’ karınca gibi ezmek ‘’ ten söz etmesi ,bir Başbakanın ‘’ Vatan Cephesi ‘’ adı altında zorba birlikleri kurması döneminde atılan tohumlar , günümüzün milli cephe uygulamalarına ,komando sertliklerine zemin hazırlayan etkenlerden olmuştur.
       Ben çok yakından biliyorum ki ,27 mayıs Devirmi’nden sonra  Türkeş ‘in el attığı kurumların başında üniversite öğrenci yurtları bulunuyordu .Türkeş ,eski  Milli Birlikçi genç arkadaşlarından kimisini ,oralardaki öğrencilieri işlemekle görevlendirmişti .14 Kasım 1960 da bozulan bu girişim ,Türkeş ‘in yeniden politika sahnesine dönmesiyle ikaldığı yerden sürdürüldü ,yalnız öğrenci yurtlarına değil ,Eğitim Enstitürlerine  de el atıldı .hele her iki cephe hükümetinde ,genç ‘’beyin’’ler  üzerindeki bu işlem yoğunlaştırıldı .Öyle ki ,bu ‘’ gençlerden herbiri kendisini ,Türkiye ‘yi kurtaracak ,gerekirse  bu uğurda ölecek öldürecek ,bir ‘’ milli kahraman ‘’ olarak görmeye başladı .İşte bu düşüncede birleşen gençler ,kendileri gbi düşünmeyenlere düşman kesildiler.
         Nereden ,kimin elinden kurtaracaklardı Türkiye ‘yi bu ‘’ milli kahramanlar ‘’ ?...
Onların öğretisine göre ,komünistlerin ve bölücülerin elinden …..
      Ülkede emeğin tam hakkını vermek ,ulusal gelirin dağılımnda denge sağlamak,ulusal kaynaklarımızdan yerli-yabancı sömürüyü kaldırmak ,toprak dağıtımını gerçekleştirip yüzyıllardan beri süregelen feodal düzene ve toprak köleliğine son vermek ,kısacası ,Türk insanına gerçek kişliğini kazandırma ve insanlık onurunu tattırma doğrultusunda 1961 Anayasası’nın öngördüğü sosyal reformları yaparak ülkemizde sosyal adaleti kurmak yolunda kim çalışrsa ve bu kavramlardan kim söz ederse o kimse ,kafası yokanmış gençlere göre bir komünisttir.
            İşte tedhiş dediğimiz acımasız öldürmecilik ,bir yanıyla bu çarpık düşünce ve inanıştan kaynaklanmaktadır.
           Türkiye ‘yi bölücülerin elinden kurtarma düşüncesine gelince:Anadolumuzda hangi ırktan ,hangi din ve mezhepten olursa olsun ,bütün halkı ‘’ Türk vatandaşlığı ‘’ kavramı altında birleştiren ,mutluluğunu bu vatanda arayan ,kendi yazgısını bu vatanın yazgısına bağlamış olan bütün kişilerin ‘’ Türk ‘’ sayıldığı Atatürk döneminde bölücülük diye bir kavram yoktu .Doğu ‘ da baş gösteren ayaklanmalar emperyalist devlet ajanlarının ‘’ din ,mukaddesat ‘’ gibi kutsal kavramları kullanarak yaptıkları kışkırtmaların etkisiyle olmuştu ve siyasal olmaktan  çok ekonomik kökenliydi .Bunlara karşı o zaman alınan önlemlerde su götürür  ve eleştirilebilir bir çok yön bulunabilir.Ama tarihsel geçmişe ,özellikle yakın tarihimize ,Ulusal kurtuluş Savaşı dönemine bakılırsa –Karadeniz yöresindeki Pantos ‘culuk ve Doğu sınırlarınıdaki Ermenicilik akımları dışında – herhangi bir bölücülük akımı görülmemişti.
            Şimdi doğudaki Müslüman halktan bir kısmını bölücülk doğrultusunda kışkırtmak isteyen bir akım varsa ,buna karşı vatan bütünlüğünü korumak ,fanatik bir ulusçuluk duygusuna kapılan gençlere değil ,doğrudan doğruya devlete düşer .Böyle olmasa ,kendi damarında saf Türk kanı dolaştığını şurada burada gerine gerine bağıranların karşısına baka bir takım gençler de çıkarak ,kendi damarlarında kürt kanı ,laz kanı ,çerkez kanı dolaştığını söylemeye başlar ve işte halk arasında korkunç bir düşmanlığın ve acımasız tedhiş hareketlerinin tohumları yeşerip  zehirli  meyvelerini böyle vermeye başlar .
     Bu arada .bölücülerden ayrı olarak ,yıkıcılığı ,daha doğrusu dış kaynaklı Ermeni tedhişçiliğini de unutmamak gerekir .Onların amacı ,sağıyla ,soluyla ,kürdü ,çerkezi ve Türk ‘yle birlikte bütün Türkiye ‘yi batırmaktır .Buna karşı önlem alacak olan kat ,yine devlettir ,tek tek ‘’ milli kahramlar ‘’ değil .
    Bütün bu düşün ve eylem karmaşasında oluşturulmak istenilen bulanık suda komünist devrim provasının balığını avlamak isteyen aymazlar ,şiddet eylemlerine karışmakla sol : ‘’Demokrasi ve particilik ,özgürlükçü bir yönetimle kalkınıp yükselmek ereğine ulaşmak için bir araçtır .Bu erek olmaksızın particilik yapılırsa ,hele partiler ,vatan sevgisinden uzak ,kısa görüşlü kişilerin eline düşerse ,partiler savaşımı ,ilkeler savaşımı olmaktan çıkıp ,kişiler savaşımı durumunu alır ve kan davasına dönüşür ve o zaman parsayı tepeden inmeci faşizm toplar.
       Devleti şiddet değil ,işte bu kör döğüşü yıkar.Şu halde tedhişin en birinci kaynağı ,devleti yönetenler arasındaki düşmanlığın ülkeyi zayıf düşürmesidir. İtalya ‘da  Aldo Moro ‘nun kaçırılması olayında alınan önlemler için   -  komünistler de içinde olmak üzere – bütün partiler birleştiler.Sağdan ve soldan yüzlerce genç evladımızın ve yiğit Doğan ÖZ  ‘ün öldürülmesi karşısında bizler ,İtalyanlar kadarda mı olamayacağız ?!....
Cumhuriyet gazetesi sayfa 2
2 NİSAN 1978
Hıfzı Veldet VELİDEDEOĞLU 
Ord. Prof. Dr.Hıfzı Veldet Velidedeoğlu (d. 24 Ağustos 1904İstanbul - ö. 24 Şubat 1992İstanbul), Türk hukukçu, akademisyen, yazar ve gazeteci.
Galatasaray Lisesi (1924) ve Ankara ÜniversitesiAdliye Hukuk Mektebi (Hukuk Fakültesi) (1928) mezunudur. Doktora çalışmalarını İsviçre'de yapmıştır (1933). 1934 yılında İstanbul Üniversitesi, Hukuk Fakültesi'ne asistan olarak atanmıştır. Aynı yıl Doçent, 1942 yılında Profesör, ve sonra da Ordinaryus Profesör ünvanlarını almıştır. Aynı fakültede iki dönem dekan olarak hizmet vermiştir (1946-1948 ve 1952-1953). 1975 senesinde emekli olmuştur. Kurucu Meclis Milli Birlik Komitesi Temsilciliği (6 Ocak 1961 - 15 Ekim 1961) ile aynı mecliste 1961 Anayasası'nı hazırlayan komisyonun üyeliği ve kâtipliğini yapmıştır. Araştırma ve röportajları Cumhuriyet ve Milliyet Gazeteleri'nde yayınlanmıştır.
Türkiye'nin günümüzde tanınan birçok hukukçusunun hocasıdır. Atatürkçü Düşünce Derneği'nin onursal başkanıdır.

Mezhep Kışkırtıcılığına Karşı Birleştirici Olmalıyız


Diyanet İşleri başkanı Tayyar Altıkulaç dün düzenlediği basın toplantısında din görevlilerinin mezhep kışkırtmacılığına karşı körükleyici,parçalayıcı değil birleştirici,yapıcı telkinlerde bulunmalarını istemişti.

Tayyar Altıkulaç

      Kimi politikacı ve partilerin din görevlilerinin saygınlığından ve etkinliğinden yararlanmak istediğine değinen Tayyar Altıkulaç din görevlilerinin politik çekişmlerin dışında tutulacağını belirtmiş ‘’ Bu şerefli mesleğin mensupşarı ,din görevlisi kaldıkları sürece siyasi çekişmelerin dışında kalacakları gibi ,siyasi tercih ve temayüllerini dahi imadan kaçınacaklar ve hele din görevlilerinin omuzlarında yükselerek politika yapmak isteyenlere asla fırsat vermeyeceklerdir.’’ Demiştir
         Diyanet İşleri Başkanlığının şu ya da bu mezhebin değil İslam dininin ve Edirne’den Kars ‘a dek uzanan büyük milletin başkanlığı olduğunu söyleyen Tayyar Altıkulaç din şurasının başbakanın çağrısı üzerine toplanacağını ,bilim ve din adamlarının katılacağını bildirmiştir.tayyar Altıkulaç açıklamasını özetle şöyle sürdürmüştür : 
‘’ Din hizmeti ,her kamu hizmetinden daha çok ilim ve ihtisas isteyen bir hizmettir.Din görevlisi ,çağın her gün gelişen ve değişen şartlara karşısında durmadan gelişmeye ve kendini yenilemeye mecburdur.Bu görüşten hareketle hizmet için eğitim çalışmalarımız hızlandırılacak ve bütün görevlilerimizi içine alacak seviyeye ulaştırılacaktır.
DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULU
1970 yılından beri kurulamayan din işleri yüksek kurulu ile ilgili Bakanlar Kurlu kararı geçtiğimiz günlerde Sayın Cumhurbaşkanımızın onaylarına mazhar olmuştur.Önümüzdeki günlerde çalışmalarına başlayacak olan bu yüksek ilim heyeti ,inanıyorum ki büyük bir boşluğu dolduracak ,artık bundan böyle din konusunda herkes aklına geldiği gibi konuşamayacaktır.Büyük milletimiz artık bir takım sorumsuz kişilerin dini polemiklerinden ve bu işin istismarcılarından usanmıştır .’’
Cumhuriyet
24 nisan1978
Syf 3

Devlet Dini-Millet Dini


Her devrin değişmez davası : Din ve politika.Milletimiz ,dinin politikaya karıştırılmasından çok çekmiştir .Devamlı şikayet konusu olan bu dert ,neden acaba ikide bir hortluyor ?Acaba kabahat din adamlarında mı ? Yoksa dini politikaya karıştırmaktan fayda uman zümre ve ferdlerde mi?
        Hemen söyleyelim ,dinin politikaya karıştırılmasında ,ondan şikayet edenler de rol oynamıştır.Şunu kabul etmek gerekir ki ,din sosyal bir gerçektir .Cemiyet bulundukça din de olacaktır .Akla ,lüzumundan çok önem veren ve her şeyin akıl ile çözümlenebileceğine inanan rasyonalist görüş ,dinin bir Ortaçağ kurumu olduğunu ileri sürmekte ve onu çağımız için devresi kapanmış bir kalıntı olarak düşünmektedir .Bu tamamiyle yanlıştır .Din ,tabii bir kurumdur .Dinsizlik ,ferde ait özel bir tavırdır .Fert ,dinsiz olabilir ;ve fakat cemiyet dinsiz olamaz .Sovyet Rusya bunu denedi ve muvaffak olamadı.
       Bizim yanıldığımız nokta ,din karşısında ferdi olan tavrımızı sosyal bir gerçek sanmammızdır .İnsan dşünen bir makine değildir .Düşünmek kadar ‘’inanmakta ‘’ insana ait bir yeti ,bir ihtiyaçtır.Çok şükür ki insan düşünen bir makine değildir .Böyle bir insan bir robottur.İnsan inanan ,duyan bir varlıktır.Fransız filozofu Lamerrrie ‘nin ‘’ Makine Adam’’ adlı eserinde hayal ettiği şey ,bir hakikat olsaydı ,dünyanın bir çok zevklerinden ve saadetinden mahrum ,kuru bir varlık ortaya çıkar  ve iç güdüleriyle,hazlarıyla hareket eden hayvanları kıskanırdık ..Akıl bizim hem meziyetimiz hem de zaafımızdır .Akıl da ferde ait bir özelliktir .’’ Sosyal tabiat’’ da akıl yoktur .Aklın gelişmesi ‘’ tecrübe ‘’ ile karşılaşınca büyük başarılar elde etmesi ,18.  Asır Avrupasında ,’’ Aydınlanma  Devri ‘’ dediğimiz bir nevi ‘’ akıl  dini ‘’ yarattı .Bu din materyalist bir çıkmaza saplandı ve değerini kaybetti .Bu ‘’ aydınlanma devri ‘’ her şeyi din ve  inanç yoluyla açıklayan ‘’ Ortaçağ ‘’ düşüncesine karşı bir tepki idi ve insanı ,sanki yalnızmış gibi düşünüyor ,cemiyeti hesaba katmıyordu.Aklın kurduğu fanteziyi hiçbir zaman ‘’inanç ‘’ kuramamıştır.Daha ileri giderek diyebiliriz ki ; aklın inanç alanında kurduğu fantezilerden biri de ‘’ İslamiyet ‘’.18 inci asrın tecrübeden ilham alan ‘’akılcılık’’  ile İslamiyetin ‘’ akılcılık ‘’ ı arasında şu fark vardır.Modern akılcılık düşünce ile tabiat olayları arasında bir uzlaşmaya yönelmişti.Dinin akılcılığında ise ;Tanrının emri ile akıl arasında bir tutarlık bulma düşüncesi vardı.Her ikisi de hatalı idi ;birisi materyalizme saplandı ,diğeri Ortaçağ düşünce sistemini yarattı .Ortaçağ düşünce sistemi ,sanıldığının tersine ,akla lüzumundan fazla inanan ve yeren bir sistemdi .
        İslamiyet ,niçin akla önem verdi ? .Çünkü ,o , yalnız ferdi değil , cemiyeti de kurtarmak istiyordu .Bir ahlak düzeninin yanında bir hukuk düzeni,daha açık bir deyimle ,bir devlet düzeni getiriyordu.Dünya düzeninin değişmez ‘’ nas ‘’ larla idareye kalkmak ,hayatı dondurmak olurdu .Kendisinin son peygamber olduğu bir dinin resulü ,akan ve yürüyen hayatla ‘’ nas ’’ lar arasında bir uçurum açılmaması için ,’’ aklı ‘’ bir uzlaşma ,bir ahenk unsuru olarak savundu ;’’ inanç ‘’ ve ‘’ ibadet ‘’ alanı dışında kalan sahalarda ölçü ‘’ akıl ‘’ oldu ,Bu akıl bir taraftan ‘’nas ‘’ larla tabiat ve bilgi düzeni arasında bir köprü vazifesini kurdu .Birincisinden ‘’ tefsir ilmi ‘’ ,ikincisinden ‘’ fıkıh ‘’ sistemi doğdu .Fıkıhın hedefi ,sosyal tabiata yön vermekti .’’ Sosyal tabiat ‘’ mahiyeti icabı oynak ve değişkendi : ve bir ‘’ zaman içinde ‘’ cereyan ediyordu .Bu akar tabiate naslarla sedler kurulamazdı.Bu durum karşısında İslamiyet ‘’ sosyal alanda ‘’ aklın ölçülerini de aşarak doğrudan doğruya gerçekleri kendisine ölçü olarak aldı. Cemiyetin ve devletin çatısını kuran ‘’ hukuki tablate ‘’ dikkat etti .Onun kaynağında ‘’ örf ve adet ‘’ denilen yaygın değerleri buldu .Örfe ve adetler cemiyetten cemiyete değişiyordu.Bu değişme bazen ‘’ nas ‘’ larla da çatışıyordu .Ya adetleri dondurmak veya hesaba katmamak ve yahut da onlara has mertebesinde bir değer vermek gerekiyordu .Böylece İslam hukunda ‘’örf ile tayin ,nas ile tayin gibidir ‘’ sözü ,hukuk kaidelerinde prensip oldu ve ‘’ zamanın değişmesiyle hükümlerin değişmesi caizdir ‘’ şeklinde umumi bir kaide,sosyal hayatın akışına bütün kapılarını açtı .İslam hukuku kaynaklarından bir olan ‘’ içma-i  ümmet ‘’ ,bu hukukta sosyal gerçeklerin temsilcisi olmuştur. Hatta ,daha ileri giderek söyleyebilirz ki ,Batı dünyası örf adetlerle hukuk arasındaki münasebeti ancak 19 uncu asırda,romantik ve nasyonalist hukuk anlayışı ortaya çıktığı zaman incelemeye koyulmuştur. Bu bakımdan ,İslam hukukçuları ,’’ örf ve adetler sosyolojisi’’ ile ‘’ hukuk sosyolojisi ‘’ nin kurucuları sayılabilir.Örf ve adetlerin özü ,dokuması ve değişmesi ,İslam hukukunda inceden inceye tahlil edilmek suretiyle ,bugün bugün sosyal psikoloji ve sosyal antroplojinin uğraşma alanına giren bu değerler ,çok daha önce ,ve fakat sadece hukuk alanında kalmak şartiyle ,islam hukukçuları tarafından ele alınmıştır.
       Fakat bütün bu meziyet ve vasıflarına rağmen ,bu hukuk başta Tanrının bulunduğu dini bir hukuktu .Din ve devletin birliği esasına dayanıyordu .Din ile devlet birbirinden ayrılınca zaruri olarak Kur’anda ‘’muamelata’’ yani, dünyaya ve cemiyete ait olan hükümler geçerliliğini yitirdi.Din ve devletin birbirinden ayrılması mümkün müdür ? ‘’ Zamanın değişmesi ile hükümlerin de değişeceğini ‘’ söyleyen bir dinin buna engel olacağını sanmak ,kaba bir taassuptan başka bir şey olmasa gerek.Nitekim ,İslam  hukukunun yetersizliği karşısında ,şer’iye mahkemelerinin yanı sıra ,sivil  mahkemelerin kurulması ,Cumhuriyet inkılabına takaddüm eden devirlerin bir sıkıntısını açığa vurmaktadır.
         Cumhuriyet ,din ve devleti birbirinden ayırdığı zaman bu sıkıntıyı kesin bir sonuca bağlamıştır. ‘’islamiyet ,akla en çok önem veren bir dindir ‘’ tarzında fikirler ileri süren aydınlarımız bilmeyerek bir çelişik düşüncenin içine düşüyorlar,İslamiyetin rasyonalist olduğunu söylerken ne kasdediyorlar .İslamiyet de bütün dinler gibi bir inanç alanına dayanır. Onun rasyonalist olan tarafı ,fizik ve sosyal tabiata bakan tarafıdır.Bu da kısır,içine kapalı bir rasyonalizmdir.Bir kelime ile yukarıda da işaret ettiğimiz gibi ,bu bir mantık önermelerine göre işleyen ve tabiat prensiplerini de o yolda çözümlemeye çalışan bir Ortaçağ rasyonalizmidir . o halde bu ,kendisinden kaçmamız gereken bir düşünce sistemidir.İslamiyeti bu rasyonalizmden sıyırdığımız zaman geriye o bir ‘’ inanç ‘’ ve ‘’ ibadet ‘’ alanı olarak kalır .Rasyonalizm ,fertle devlet ,fertle cemiyet,fertle tabiat arasında bir ölçü idi .Fertle doğrudan doğruya Tanrı arasındaki ölçü ‘’inanç’’ ve ‘’ ibadet ‘’ yoluyla kurulur.Dinin devletten ayrılması ,dinin politika dışında bir vicdan aydınlığı haline gelmesi bu tarzda mümkündür .Fakat islamiyetin  dünyevi ayetleri ,bir devlet dini olması bakımından ön planda rol oynamış ve dine farmel bir katılık getirmiştir.Bugün varmak istediğimiz hedef ,islamiyeti devlet dini olmaktan kurtararak millet dini haline getirmektir .devlet dini olarak İslamiyet tarihimizde şerefli bir rol oynamış ve devresini kapatmıştır.
       Asırlarca devleti sevk ve idare etmiş bir dinin birdenbire kendi yataklarına,ferdin vicdanına çekilmesi ,elbetteki kolay başarılacak bir iş değildir :o halde bugün vatandaşa verilecek din terbiyesi deyince bundan ‘’inanç ‘’ ve ‘’ibadet ‘’ e ait ayetleri anlamak lazım .Türk halkı da din deyince zaten bunları anlamış ve hatta bunlar içinde dahi bir takım değişiklikler yapmış .



Yahya Kemal ‘in dikkate değer bir müşahedesi vardı.Derdi ki ,halkımız,ibadete ait ayetlerde de bazılarını yumuşatmış ve bazılarını da katılaştırmıştır . Mesela ‘’ namaz ‘’ da ‘’ oruç ‘’ da farzdır.Fakat Türk halkı namaz kılmayanlara müsamaha ile bakmış ve fakat ‘’ oruç ‘’ yiyenlere karşı fanatik davranmıştır.
Bizde bir yanlış adet daha olmuş ; o da , mezhepler ibadet sahasına ait ıslahatçı bir tavra sahip olacak yerde daha çok umura ait meselelerde birbirlerinden ayrılmışlardır.İbadette reformu tarikatler yapmaya çalışmışlardır. Fakat bu tarikatler ,birer resmi mezhep haline inkılap edememiş .Çünkü ,devlet daima ,Şeriat ,dünya düzenine ,yani devlete ve kanuna yönelmiş ,tarikat ise manevi düzene ,ferde yönelmiş ve onu kurtarmaya çalışmıştır.
       Bugün ne  yapabiliriz ? yapılacak şey inanç ve ibadete ait ayetleri bir araya getirmektir.İbadet Türkçe mi olmalıdır,arapça mı ? diye bir soru sormak bize düşmez ve hakkımız da yoktur. Önce meseleyi neden Türkçe olmamıştır ?diye ortaya atmak gerekir .Herhalde bunun ,dini olmaktan çok daha fazla ,sosyal bir sebebi vardır.Bize düşen ,bunu açıklamak ve gerisini din adamlarına bırakmaktır .
Aydınlarımızın bir kusuru veya hatalı bir tavrı daha var .O da sanki dinde yapılacak kendileri için malum imiş gibi ibadete ve inanca ait sahalara rahatça karışmalarıdır .Buna hakkımız yok .dinde reformu din adamı yapar.İlk is de dini politikadan kurtarmak lazım …




Cahit Tanyol

Cumhuriyet
9 Ağustos 1960
sayfa 3

Thursday, March 28, 2013

Kültür Bakanlığına Yazılmış Mektup ''KÜLTÜRÜMÜZ''

Sayın Ömer Çelik ,
Ben hem bir vatandaş olarak ,hem bir sanatçı ,hem de bir akademisyen olarak bu e-mail 'i yazmakla yükümlüyüm .Okulumun bölümü sebebiyle olsun olmasın ,milli değerlerimizi yaşatmamızın hepimizin ömründen ,çoluğundan ,çocuğundan,işinden ,gücünden önemli ve önde olduğunu ,olması gerektiğini biliyorum .Siz de biliyor olmalısınız ki bu bakanlıkta ki görevinizi başarı ile yürütüyorsunuz .Ben konservatuar mezunuyum ve umarım profesör olana kadar ülkeme,milletimin kültürel değerlerine sahip çıkmasının ne kadar önemli olduğunu her şekilde anlatabilirim ,bir şeyler katabilirim . Görevleriniz listesine bakarken gözüme çarpanlar şunlar ;
a) Millî, manevî, tarihî, kültürel ve turistik değerleri araştırmak, geliştirmek, korumak, yaşatmak, değerlendirmek, yaymak, tanıtmak, benimsetmek ve bu suretle millî bütünlüğün güçlenmesine ve ekonomik gelişmeye katkıda bulunmak,
e) Kültür ve turizm alanlarında her türlü yatırımiletişim vegelişim potansiyelini yönlendirmek.


Sizin de bildiğiniz üzere 1970 yılından sonra derleme gezileri devlet desteğin de gerçekleşmedi ve  bir daha geniş kapsamlı saha araştırmaları yapılmadı  ..Derleme gezileri nedir?Bir Milletin geçmişinin ,geleneğine yansımalarının izlerini ,saha araştırmaları ile kayıt altına almak  demektir .. Yine sizin de bildiğiniz gibi bu milletin kültürü,manevi varlığı,alışkanlıkları ,gelenekleri,türküleri,deyişleri,çorapları,oyaları ,kelimeleri ve anlamları ,manileri ,masalları ,atasözleri yok olmadan toplamak ,yine en son kalan yaşlı kişiler ölmeden ,daha önce maddi imkansızlıklarla gidilememiş köylere,yörelere,düzenli derleme gezileri ve alan araştırması yapılması bizlerin ,sizlerin milli görevidir..Eğer bu çalışmalar yapılmaz ise 1928 de kişisel olarak yapılmış 4-5 gezi ,ardından TRT destekli bir kısım gezi,sonra 1953 ler de son bulmuş saha araştırmalarında yapılmış olanlarla tarihe hesap vermek zorun da kalacağız ..Bir Milletin kültürü tarihi eserler olduğu kadar,yaşam biçimi ,gelenekleri ,renkleri,dansları, türküleri ile de bütündür ..Bu yetim bırakılmışlığı Türk üst kimliğinde ki tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına  ,bir zamanlar dünyanın yarısına yayılmış bu insanlara bir kader olarak görmemeli ve miras olarak bırakmamalıyız ..Türk,Kürt,Alevi Türk ,Sünni,Ermeni ,Musevi her rengine sahip çıkmaya devam edip koruma altına almalıyız .Turizm de yapılanlar çok güzel ancak ,gelen turistin çokluğu yitirilen ,kaybolmak üzere olan tarihimizi ,göreneğimizi, sözlerimizi, destanlarımızı yerine koyamaz..Maddi sebeplerle gidilememiş pek çok köyden biri benim ailemin köklerin olduğu köydür..O köy den dahi topladığım malzemeyi görseniz içiniz yanar..Tek bir köyden bahsediyorum size..Masallar,deyimler,kelimeler,savaş anıları ,türküler,maniler,atasözleri ...buram buram binlerce yıllık Anadolu 'nun izleri var..benim annem ,teyzem 64 yaşın da ...Yaşı daha ileri de olan insanlarla görüşülüp kaydedildiğin de Bu milletin kayıp zincirleri tek tek yerine oturacak ,eksik hikayeleri tamamlanmış olacaktır ..Ancak dediğim gibi geç kalınmadan  Türk Musikisi Devlet Konservatuarı ve diğer Müzik Okulları ile  ortak bir ekip kurulmalı. Bu ekibin tek amacı kayıt altına alınmamış her şeyi kaydetmek olmalıdır.
Daha evvel yapılmış bazı kayıtlar var ..Bunlar yok olmadan dijital ortama aktarılsın diye Cumhurbaşkanlığımıza bildirdim Cumhurumuz ve eşi bu konu da beni desteklediler ..Yakın zaman da bir toplantı yapıldı ,ikincisi ile bu çalışma başlayacak ..Size önce yazma sebebim ise bu konu bizim en az bin yıllık kültürümüz ve sizden başka gidilecek bu konu ile direkt ilgili bir makam yok .Yaşadığımız ,için de bulunduğumuz bu günler ağır kültür erozyonlarına uğradığımız üzücü zamanlar.Bir zaman gelecek ne oyalarımızın anlamını,ne çoraplarımızın desenlerini ,ne kaybolmuş türkülerimizi kimse hatırlamayacak ..Yok olan bir kültür ,manevi değerlerin yoksunluğu ile sonuçlanır..Geçmişini ,göreneğini bilmeyen bir toplum geleceği için doğru adımlar atamayacak hale gelir ..Sizden arzum sizin de Cumhurbaşkanlığımız gibi Milli Kültürümüzü koruyabilmemiz ,alan araştırması yapabilmemiz için yanımız da olmanız ..Kurulacak alan araştırma ekipleri ,Yine bu araştırmalar esnasında yapılacak çekimlerin belgesel olarak hazırlanması için bir ekip desteği sağlamanız ,projeyi hayat geçirmeniz ..Ben sanatçıyım ,öğrenciyim ama bu toprakların kokusu ile büyüdüm ..Öyle bir geçmişe ,renge sahip ki bu topraklar bunun yitirilmesine seyirci kalmak cinayettir ..Tarih bizleri bu millete küçük veya büyük yaptıklarımızla hatırlayacaksa bu sadece kültürünü yaşatmak için gösterdiğimiz çaba ile olacaktır ..
İyi Çalışmalar 
Sevda Karababa 
FOTO :
euroasian.wordpress.com

Wednesday, March 27, 2013

Kara Fatma ''Türkiye İçin Savaşan Gönüllü Amozon Kürt Kadını

Şu günlerde olanların geçmişini ve tarihini incelediğiniz de aslında işlerin daha farklı olduğunu çok rahat görebilirsiniz ..Bu ülkenin Kürt vatandaşları kadın ,erkek demedi ülkenin özgürlüğü söz konusu olduğunda canlarını vermek için koşa koşa cepheye gittiler ..Biliyorlardı ki eğer yaşadıkları toprakların özgürlüğü giderse onların özgürlüğüde gitmiş olacaktı ..Bu topraklar ,Kürt ,Türk Rum ,Ermeni ayrımı yapmadı bu ayrımı yapanlar bu toprakta gözü olan ,nifak tohumları eken ,perde arkasında kasasında ki paraları sayan kişilerdi ..Kara Fatma Osmanlı İmparatorluğu Türkiye 'nin müdafası için gönüllüleri Cepheye çağırdığında adamlarıyla cepheye koşan Kürt kadınıdır ..Onun gibisi gelmedi ..Bu ülkeyi korumak için ,Kürt kardeşleriyle,akrabalarıyla cepheye geldiler ,o dönem de çıkmış bir gazete haberi onu anlatıyor ve Amazon diyor buyrun okuyun ..Ortalık karıştıranlar birilerince o amaçla içeriyi karıştırmayı görev edinmişler..Gerçek Kürt vatandaşı bu toprağın birliğini, bozmak için uğraşmadı ,omuza omuza savaştı ,savaşır ,can verdi ,can verecektir..Biliyorlar kii Bu topraklar da bizim özümüz,geçmişimiz,atalarımızın kanları ,mezarları,izleri vardır..Onlar da çiğnetmez,onlar da ezdirmez..Nifak tohumu ekenlerle bu fedakar vatandaşlarımızı bir tutmayın ..Sizden ,benden daha Türk oldular yeri geldi ...bu vatan toprağı  üzerinde oyunlar oynanmasına müsade etmediler..Türk'lük bir üst kimlik olarak kabul edildi ..Etnik kimlik olarak değil ...













Mustafa Kemal Paşa 'nın Planı Yeni Müslüman İmparatorluğu

 Abd de çıkmış eski bir gazete 'nin baş haberini ilginç bulacaksınız..Yıl 1922 Mustafa Kemal Paşa şok  içinde ki çakal Avrupa'yı kıvrandırıyor ..Halifelik durumu var vs..gerisini okuyunuz bir zahmet ..
nt : gazetenin web sayfasından orjinal habere ulaşmak mümkündür ..





ONCE UPON A TIME ADAKALE WAS IN THE TUNA RIVER

When I was looking for Ottoman time fairy tails I found out about Adakale. The history of A little island fascinated me and I couldn't s...