Sunday, March 31, 2013

ŞİDDET TOHUMU NASIL ATILIR


Sosyal düzensizliklerin  tohumları, çim tohumları gibi, bugünden yarına, çabucak filiz vermez. Ekildiği bahçeyi ancak bir ay içinde yeşile boyar. Sertlik ve şiddetin tohumları ise, yıllar sonra ülkeyi kana boyar.
1961 Anayasası nı Hazılayanlar sağdan 3.Velidedeoğlu

     Ünlü İngiliz yazarlarından Herbert George WELLS ( 1886 – 1946 )  ,sosyal ve politik nitelikteki yazı ve romanlarının yanı sıra ,’’Dünya Tarihinin genel Çizgileri ‘’ adı altında özlü bir kitap da yayımlamıştır. Birinci Dünya Savaşı ‘ndan sonra yayınlanan bu kitabın, önemli bir bölümü Mehmet Ali Tevfik Bey tarafından ‘’ Cihan Tarihinin Umumi Hatları ‘’ başlığıyla Türkçeye çevrilmiş ve 1928 ‘de Milli Eğitim Bakanlığı’nca yayımlamıştır. Bu kitabın hemen başındaki birinci bölüm,’’ Çağdaş Emperyalizm Felaketi ‘’ başlığını taşır. Yazar, burada,emperyalist devletlerin tutumlarını eleştirirken sözü La Haye ‘ de toplanan iki konferansa getirerek şöyle der :
‘’ Dünyadaki bağımsız devletlerden çoğu ikinici konferansa delegeler gönderdiler .fakat bu delegeleri diplomatlar arasından seçtiler ;dünyanın özgür düşünceli düşünürlerinin ; görüşme ve kararlar üzerinde bir etkisi olmadı .halk,bu konferanslara karşı ilgi göstermiyordu ‘’ (s.3) .Emperyalist devletlerden ,özellikler Almanya ‘dan söz ederken şöyle der : ‘’ Almanya ,bütün gücünü çocuklarının öğretim ve eğitimine ödüyordu ;Avrupa ‘da öğretim ve eğitim  sistemi en çok gelişmiş ülke Almanya idi ,(…) Çağdaş Almanya ‘da  iyi ve büyük olarak her ne varsa ,Almanya bunları öğretmenlere borçluydu .(….) Ama birinci derecede önemli bir şey vardır  ki  o da, Almanya ‘da yetişen kuşakların nasıl bir düşünce eğitimi aldıklarıdır. Hohenzollern sülalesinin yararına olarak okul ,edebiyat ve basın ,sistematik bir kontrol altına alındı .(…) Almanların bütün tarih öğretimi amacı ,HOHENZOLLERN hanedanının  geleceğini sağlamaktı ..(…)  Almanlar yavaş yavaş Almanya ‘yı  ve Alman İmparatorunu doğa üstü şeyler gibi görmeğe başladı .(…) Çağdaş devletlerden hiçbiri öğretim ve eğitime karşı bu kertede büyük bir cinayet işlememiştir. (…) Bütün gençler aynı yöntemle eğitilmişlerdi. Almanya öğretmenleri ,  profesörleri, hatipleri , başkanları ,bu gençlerin anaları ve eşleri kendilerini  şimdi pek yakın olan bu olgu için hazırlamışlardı .Bu gençlerin hepsi ,patlamak üzere olan savaşı düşündük e ,kendilerini Almanya dışında bütün insanlığa ve Almanya içinde başkaldırıcı işçilere karşı büyük bir yengi kazanmaya çağıran boru seslerini duyarak titriyorlardı .Bir güreşçi ,  antremanı  bitince nasıl coşkulu  bir durumda bulunursa ,Almanya  da öyle coşkulu bir durumdaydı ..’’ ( wells ,sözü edilen kitap s 5-11).
İngiliz yazarı ,kimi cümlelerini yukarıya aktardığımız gözlemleriyle ,bir ulusun gençliğinin ,eğitim yoluyla ne gibi zararlı doğrultulara yöneltilebileceğini – Birinci Dünya savaşı öncesi Kayzer Almanyası ‘nı ele alarak – çok çarpıcı bir biçimde vurguluyor. Onun anlattığı bu tip eğitim süreci Hitler Almanyası’nda da egemen olduğu için ,İkinci Dünya Savaşı öncesi durum arasında koşutşul vardı. Her iki savaşın sonrası ise ,Almanya için yıkım olmuştur.
        Bizde de Demokrat Parti ‘nin 1950 ‘de iktidara gelmesinden sonra, özellikle 1953 yılından başlayarak ,bağnaz partizanlığı gittikçe gelimesi ,Cumhurbaşkanlığı asasına DP simgesini işleten bir Devlet Başkanının ,karşılarındaki siayasal muhalefeti ‘’ karınca gibi ezmek ‘’ ten söz etmesi ,bir Başbakanın ‘’ Vatan Cephesi ‘’ adı altında zorba birlikleri kurması döneminde atılan tohumlar , günümüzün milli cephe uygulamalarına ,komando sertliklerine zemin hazırlayan etkenlerden olmuştur.
       Ben çok yakından biliyorum ki ,27 mayıs Devirmi’nden sonra  Türkeş ‘in el attığı kurumların başında üniversite öğrenci yurtları bulunuyordu .Türkeş ,eski  Milli Birlikçi genç arkadaşlarından kimisini ,oralardaki öğrencilieri işlemekle görevlendirmişti .14 Kasım 1960 da bozulan bu girişim ,Türkeş ‘in yeniden politika sahnesine dönmesiyle ikaldığı yerden sürdürüldü ,yalnız öğrenci yurtlarına değil ,Eğitim Enstitürlerine  de el atıldı .hele her iki cephe hükümetinde ,genç ‘’beyin’’ler  üzerindeki bu işlem yoğunlaştırıldı .Öyle ki ,bu ‘’ gençlerden herbiri kendisini ,Türkiye ‘yi kurtaracak ,gerekirse  bu uğurda ölecek öldürecek ,bir ‘’ milli kahraman ‘’ olarak görmeye başladı .İşte bu düşüncede birleşen gençler ,kendileri gbi düşünmeyenlere düşman kesildiler.
         Nereden ,kimin elinden kurtaracaklardı Türkiye ‘yi bu ‘’ milli kahramanlar ‘’ ?...
Onların öğretisine göre ,komünistlerin ve bölücülerin elinden …..
      Ülkede emeğin tam hakkını vermek ,ulusal gelirin dağılımnda denge sağlamak,ulusal kaynaklarımızdan yerli-yabancı sömürüyü kaldırmak ,toprak dağıtımını gerçekleştirip yüzyıllardan beri süregelen feodal düzene ve toprak köleliğine son vermek ,kısacası ,Türk insanına gerçek kişliğini kazandırma ve insanlık onurunu tattırma doğrultusunda 1961 Anayasası’nın öngördüğü sosyal reformları yaparak ülkemizde sosyal adaleti kurmak yolunda kim çalışrsa ve bu kavramlardan kim söz ederse o kimse ,kafası yokanmış gençlere göre bir komünisttir.
            İşte tedhiş dediğimiz acımasız öldürmecilik ,bir yanıyla bu çarpık düşünce ve inanıştan kaynaklanmaktadır.
           Türkiye ‘yi bölücülerin elinden kurtarma düşüncesine gelince:Anadolumuzda hangi ırktan ,hangi din ve mezhepten olursa olsun ,bütün halkı ‘’ Türk vatandaşlığı ‘’ kavramı altında birleştiren ,mutluluğunu bu vatanda arayan ,kendi yazgısını bu vatanın yazgısına bağlamış olan bütün kişilerin ‘’ Türk ‘’ sayıldığı Atatürk döneminde bölücülük diye bir kavram yoktu .Doğu ‘ da baş gösteren ayaklanmalar emperyalist devlet ajanlarının ‘’ din ,mukaddesat ‘’ gibi kutsal kavramları kullanarak yaptıkları kışkırtmaların etkisiyle olmuştu ve siyasal olmaktan  çok ekonomik kökenliydi .Bunlara karşı o zaman alınan önlemlerde su götürür  ve eleştirilebilir bir çok yön bulunabilir.Ama tarihsel geçmişe ,özellikle yakın tarihimize ,Ulusal kurtuluş Savaşı dönemine bakılırsa –Karadeniz yöresindeki Pantos ‘culuk ve Doğu sınırlarınıdaki Ermenicilik akımları dışında – herhangi bir bölücülük akımı görülmemişti.
            Şimdi doğudaki Müslüman halktan bir kısmını bölücülk doğrultusunda kışkırtmak isteyen bir akım varsa ,buna karşı vatan bütünlüğünü korumak ,fanatik bir ulusçuluk duygusuna kapılan gençlere değil ,doğrudan doğruya devlete düşer .Böyle olmasa ,kendi damarında saf Türk kanı dolaştığını şurada burada gerine gerine bağıranların karşısına baka bir takım gençler de çıkarak ,kendi damarlarında kürt kanı ,laz kanı ,çerkez kanı dolaştığını söylemeye başlar ve işte halk arasında korkunç bir düşmanlığın ve acımasız tedhiş hareketlerinin tohumları yeşerip  zehirli  meyvelerini böyle vermeye başlar .
     Bu arada .bölücülerden ayrı olarak ,yıkıcılığı ,daha doğrusu dış kaynaklı Ermeni tedhişçiliğini de unutmamak gerekir .Onların amacı ,sağıyla ,soluyla ,kürdü ,çerkezi ve Türk ‘yle birlikte bütün Türkiye ‘yi batırmaktır .Buna karşı önlem alacak olan kat ,yine devlettir ,tek tek ‘’ milli kahramlar ‘’ değil .
    Bütün bu düşün ve eylem karmaşasında oluşturulmak istenilen bulanık suda komünist devrim provasının balığını avlamak isteyen aymazlar ,şiddet eylemlerine karışmakla sol : ‘’Demokrasi ve particilik ,özgürlükçü bir yönetimle kalkınıp yükselmek ereğine ulaşmak için bir araçtır .Bu erek olmaksızın particilik yapılırsa ,hele partiler ,vatan sevgisinden uzak ,kısa görüşlü kişilerin eline düşerse ,partiler savaşımı ,ilkeler savaşımı olmaktan çıkıp ,kişiler savaşımı durumunu alır ve kan davasına dönüşür ve o zaman parsayı tepeden inmeci faşizm toplar.
       Devleti şiddet değil ,işte bu kör döğüşü yıkar.Şu halde tedhişin en birinci kaynağı ,devleti yönetenler arasındaki düşmanlığın ülkeyi zayıf düşürmesidir. İtalya ‘da  Aldo Moro ‘nun kaçırılması olayında alınan önlemler için   -  komünistler de içinde olmak üzere – bütün partiler birleştiler.Sağdan ve soldan yüzlerce genç evladımızın ve yiğit Doğan ÖZ  ‘ün öldürülmesi karşısında bizler ,İtalyanlar kadarda mı olamayacağız ?!....
Cumhuriyet gazetesi sayfa 2
2 NİSAN 1978
Hıfzı Veldet VELİDEDEOĞLU 
Ord. Prof. Dr.Hıfzı Veldet Velidedeoğlu (d. 24 Ağustos 1904İstanbul - ö. 24 Şubat 1992İstanbul), Türk hukukçu, akademisyen, yazar ve gazeteci.
Galatasaray Lisesi (1924) ve Ankara ÜniversitesiAdliye Hukuk Mektebi (Hukuk Fakültesi) (1928) mezunudur. Doktora çalışmalarını İsviçre'de yapmıştır (1933). 1934 yılında İstanbul Üniversitesi, Hukuk Fakültesi'ne asistan olarak atanmıştır. Aynı yıl Doçent, 1942 yılında Profesör, ve sonra da Ordinaryus Profesör ünvanlarını almıştır. Aynı fakültede iki dönem dekan olarak hizmet vermiştir (1946-1948 ve 1952-1953). 1975 senesinde emekli olmuştur. Kurucu Meclis Milli Birlik Komitesi Temsilciliği (6 Ocak 1961 - 15 Ekim 1961) ile aynı mecliste 1961 Anayasası'nı hazırlayan komisyonun üyeliği ve kâtipliğini yapmıştır. Araştırma ve röportajları Cumhuriyet ve Milliyet Gazeteleri'nde yayınlanmıştır.
Türkiye'nin günümüzde tanınan birçok hukukçusunun hocasıdır. Atatürkçü Düşünce Derneği'nin onursal başkanıdır.

Mezhep Kışkırtıcılığına Karşı Birleştirici Olmalıyız


Diyanet İşleri başkanı Tayyar Altıkulaç dün düzenlediği basın toplantısında din görevlilerinin mezhep kışkırtmacılığına karşı körükleyici,parçalayıcı değil birleştirici,yapıcı telkinlerde bulunmalarını istemişti.

Tayyar Altıkulaç

      Kimi politikacı ve partilerin din görevlilerinin saygınlığından ve etkinliğinden yararlanmak istediğine değinen Tayyar Altıkulaç din görevlilerinin politik çekişmlerin dışında tutulacağını belirtmiş ‘’ Bu şerefli mesleğin mensupşarı ,din görevlisi kaldıkları sürece siyasi çekişmelerin dışında kalacakları gibi ,siyasi tercih ve temayüllerini dahi imadan kaçınacaklar ve hele din görevlilerinin omuzlarında yükselerek politika yapmak isteyenlere asla fırsat vermeyeceklerdir.’’ Demiştir
         Diyanet İşleri Başkanlığının şu ya da bu mezhebin değil İslam dininin ve Edirne’den Kars ‘a dek uzanan büyük milletin başkanlığı olduğunu söyleyen Tayyar Altıkulaç din şurasının başbakanın çağrısı üzerine toplanacağını ,bilim ve din adamlarının katılacağını bildirmiştir.tayyar Altıkulaç açıklamasını özetle şöyle sürdürmüştür : 
‘’ Din hizmeti ,her kamu hizmetinden daha çok ilim ve ihtisas isteyen bir hizmettir.Din görevlisi ,çağın her gün gelişen ve değişen şartlara karşısında durmadan gelişmeye ve kendini yenilemeye mecburdur.Bu görüşten hareketle hizmet için eğitim çalışmalarımız hızlandırılacak ve bütün görevlilerimizi içine alacak seviyeye ulaştırılacaktır.
DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULU
1970 yılından beri kurulamayan din işleri yüksek kurulu ile ilgili Bakanlar Kurlu kararı geçtiğimiz günlerde Sayın Cumhurbaşkanımızın onaylarına mazhar olmuştur.Önümüzdeki günlerde çalışmalarına başlayacak olan bu yüksek ilim heyeti ,inanıyorum ki büyük bir boşluğu dolduracak ,artık bundan böyle din konusunda herkes aklına geldiği gibi konuşamayacaktır.Büyük milletimiz artık bir takım sorumsuz kişilerin dini polemiklerinden ve bu işin istismarcılarından usanmıştır .’’
Cumhuriyet
24 nisan1978
Syf 3

Devlet Dini-Millet Dini


Her devrin değişmez davası : Din ve politika.Milletimiz ,dinin politikaya karıştırılmasından çok çekmiştir .Devamlı şikayet konusu olan bu dert ,neden acaba ikide bir hortluyor ?Acaba kabahat din adamlarında mı ? Yoksa dini politikaya karıştırmaktan fayda uman zümre ve ferdlerde mi?
        Hemen söyleyelim ,dinin politikaya karıştırılmasında ,ondan şikayet edenler de rol oynamıştır.Şunu kabul etmek gerekir ki ,din sosyal bir gerçektir .Cemiyet bulundukça din de olacaktır .Akla ,lüzumundan çok önem veren ve her şeyin akıl ile çözümlenebileceğine inanan rasyonalist görüş ,dinin bir Ortaçağ kurumu olduğunu ileri sürmekte ve onu çağımız için devresi kapanmış bir kalıntı olarak düşünmektedir .Bu tamamiyle yanlıştır .Din ,tabii bir kurumdur .Dinsizlik ,ferde ait özel bir tavırdır .Fert ,dinsiz olabilir ;ve fakat cemiyet dinsiz olamaz .Sovyet Rusya bunu denedi ve muvaffak olamadı.
       Bizim yanıldığımız nokta ,din karşısında ferdi olan tavrımızı sosyal bir gerçek sanmammızdır .İnsan dşünen bir makine değildir .Düşünmek kadar ‘’inanmakta ‘’ insana ait bir yeti ,bir ihtiyaçtır.Çok şükür ki insan düşünen bir makine değildir .Böyle bir insan bir robottur.İnsan inanan ,duyan bir varlıktır.Fransız filozofu Lamerrrie ‘nin ‘’ Makine Adam’’ adlı eserinde hayal ettiği şey ,bir hakikat olsaydı ,dünyanın bir çok zevklerinden ve saadetinden mahrum ,kuru bir varlık ortaya çıkar  ve iç güdüleriyle,hazlarıyla hareket eden hayvanları kıskanırdık ..Akıl bizim hem meziyetimiz hem de zaafımızdır .Akıl da ferde ait bir özelliktir .’’ Sosyal tabiat’’ da akıl yoktur .Aklın gelişmesi ‘’ tecrübe ‘’ ile karşılaşınca büyük başarılar elde etmesi ,18.  Asır Avrupasında ,’’ Aydınlanma  Devri ‘’ dediğimiz bir nevi ‘’ akıl  dini ‘’ yarattı .Bu din materyalist bir çıkmaza saplandı ve değerini kaybetti .Bu ‘’ aydınlanma devri ‘’ her şeyi din ve  inanç yoluyla açıklayan ‘’ Ortaçağ ‘’ düşüncesine karşı bir tepki idi ve insanı ,sanki yalnızmış gibi düşünüyor ,cemiyeti hesaba katmıyordu.Aklın kurduğu fanteziyi hiçbir zaman ‘’inanç ‘’ kuramamıştır.Daha ileri giderek diyebiliriz ki ; aklın inanç alanında kurduğu fantezilerden biri de ‘’ İslamiyet ‘’.18 inci asrın tecrübeden ilham alan ‘’akılcılık’’  ile İslamiyetin ‘’ akılcılık ‘’ ı arasında şu fark vardır.Modern akılcılık düşünce ile tabiat olayları arasında bir uzlaşmaya yönelmişti.Dinin akılcılığında ise ;Tanrının emri ile akıl arasında bir tutarlık bulma düşüncesi vardı.Her ikisi de hatalı idi ;birisi materyalizme saplandı ,diğeri Ortaçağ düşünce sistemini yarattı .Ortaçağ düşünce sistemi ,sanıldığının tersine ,akla lüzumundan fazla inanan ve yeren bir sistemdi .
        İslamiyet ,niçin akla önem verdi ? .Çünkü ,o , yalnız ferdi değil , cemiyeti de kurtarmak istiyordu .Bir ahlak düzeninin yanında bir hukuk düzeni,daha açık bir deyimle ,bir devlet düzeni getiriyordu.Dünya düzeninin değişmez ‘’ nas ‘’ larla idareye kalkmak ,hayatı dondurmak olurdu .Kendisinin son peygamber olduğu bir dinin resulü ,akan ve yürüyen hayatla ‘’ nas ’’ lar arasında bir uçurum açılmaması için ,’’ aklı ‘’ bir uzlaşma ,bir ahenk unsuru olarak savundu ;’’ inanç ‘’ ve ‘’ ibadet ‘’ alanı dışında kalan sahalarda ölçü ‘’ akıl ‘’ oldu ,Bu akıl bir taraftan ‘’nas ‘’ larla tabiat ve bilgi düzeni arasında bir köprü vazifesini kurdu .Birincisinden ‘’ tefsir ilmi ‘’ ,ikincisinden ‘’ fıkıh ‘’ sistemi doğdu .Fıkıhın hedefi ,sosyal tabiata yön vermekti .’’ Sosyal tabiat ‘’ mahiyeti icabı oynak ve değişkendi : ve bir ‘’ zaman içinde ‘’ cereyan ediyordu .Bu akar tabiate naslarla sedler kurulamazdı.Bu durum karşısında İslamiyet ‘’ sosyal alanda ‘’ aklın ölçülerini de aşarak doğrudan doğruya gerçekleri kendisine ölçü olarak aldı. Cemiyetin ve devletin çatısını kuran ‘’ hukuki tablate ‘’ dikkat etti .Onun kaynağında ‘’ örf ve adet ‘’ denilen yaygın değerleri buldu .Örfe ve adetler cemiyetten cemiyete değişiyordu.Bu değişme bazen ‘’ nas ‘’ larla da çatışıyordu .Ya adetleri dondurmak veya hesaba katmamak ve yahut da onlara has mertebesinde bir değer vermek gerekiyordu .Böylece İslam hukunda ‘’örf ile tayin ,nas ile tayin gibidir ‘’ sözü ,hukuk kaidelerinde prensip oldu ve ‘’ zamanın değişmesiyle hükümlerin değişmesi caizdir ‘’ şeklinde umumi bir kaide,sosyal hayatın akışına bütün kapılarını açtı .İslam hukuku kaynaklarından bir olan ‘’ içma-i  ümmet ‘’ ,bu hukukta sosyal gerçeklerin temsilcisi olmuştur. Hatta ,daha ileri giderek söyleyebilirz ki ,Batı dünyası örf adetlerle hukuk arasındaki münasebeti ancak 19 uncu asırda,romantik ve nasyonalist hukuk anlayışı ortaya çıktığı zaman incelemeye koyulmuştur. Bu bakımdan ,İslam hukukçuları ,’’ örf ve adetler sosyolojisi’’ ile ‘’ hukuk sosyolojisi ‘’ nin kurucuları sayılabilir.Örf ve adetlerin özü ,dokuması ve değişmesi ,İslam hukukunda inceden inceye tahlil edilmek suretiyle ,bugün bugün sosyal psikoloji ve sosyal antroplojinin uğraşma alanına giren bu değerler ,çok daha önce ,ve fakat sadece hukuk alanında kalmak şartiyle ,islam hukukçuları tarafından ele alınmıştır.
       Fakat bütün bu meziyet ve vasıflarına rağmen ,bu hukuk başta Tanrının bulunduğu dini bir hukuktu .Din ve devletin birliği esasına dayanıyordu .Din ile devlet birbirinden ayrılınca zaruri olarak Kur’anda ‘’muamelata’’ yani, dünyaya ve cemiyete ait olan hükümler geçerliliğini yitirdi.Din ve devletin birbirinden ayrılması mümkün müdür ? ‘’ Zamanın değişmesi ile hükümlerin de değişeceğini ‘’ söyleyen bir dinin buna engel olacağını sanmak ,kaba bir taassuptan başka bir şey olmasa gerek.Nitekim ,İslam  hukukunun yetersizliği karşısında ,şer’iye mahkemelerinin yanı sıra ,sivil  mahkemelerin kurulması ,Cumhuriyet inkılabına takaddüm eden devirlerin bir sıkıntısını açığa vurmaktadır.
         Cumhuriyet ,din ve devleti birbirinden ayırdığı zaman bu sıkıntıyı kesin bir sonuca bağlamıştır. ‘’islamiyet ,akla en çok önem veren bir dindir ‘’ tarzında fikirler ileri süren aydınlarımız bilmeyerek bir çelişik düşüncenin içine düşüyorlar,İslamiyetin rasyonalist olduğunu söylerken ne kasdediyorlar .İslamiyet de bütün dinler gibi bir inanç alanına dayanır. Onun rasyonalist olan tarafı ,fizik ve sosyal tabiata bakan tarafıdır.Bu da kısır,içine kapalı bir rasyonalizmdir.Bir kelime ile yukarıda da işaret ettiğimiz gibi ,bu bir mantık önermelerine göre işleyen ve tabiat prensiplerini de o yolda çözümlemeye çalışan bir Ortaçağ rasyonalizmidir . o halde bu ,kendisinden kaçmamız gereken bir düşünce sistemidir.İslamiyeti bu rasyonalizmden sıyırdığımız zaman geriye o bir ‘’ inanç ‘’ ve ‘’ ibadet ‘’ alanı olarak kalır .Rasyonalizm ,fertle devlet ,fertle cemiyet,fertle tabiat arasında bir ölçü idi .Fertle doğrudan doğruya Tanrı arasındaki ölçü ‘’inanç’’ ve ‘’ ibadet ‘’ yoluyla kurulur.Dinin devletten ayrılması ,dinin politika dışında bir vicdan aydınlığı haline gelmesi bu tarzda mümkündür .Fakat islamiyetin  dünyevi ayetleri ,bir devlet dini olması bakımından ön planda rol oynamış ve dine farmel bir katılık getirmiştir.Bugün varmak istediğimiz hedef ,islamiyeti devlet dini olmaktan kurtararak millet dini haline getirmektir .devlet dini olarak İslamiyet tarihimizde şerefli bir rol oynamış ve devresini kapatmıştır.
       Asırlarca devleti sevk ve idare etmiş bir dinin birdenbire kendi yataklarına,ferdin vicdanına çekilmesi ,elbetteki kolay başarılacak bir iş değildir :o halde bugün vatandaşa verilecek din terbiyesi deyince bundan ‘’inanç ‘’ ve ‘’ibadet ‘’ e ait ayetleri anlamak lazım .Türk halkı da din deyince zaten bunları anlamış ve hatta bunlar içinde dahi bir takım değişiklikler yapmış .



Yahya Kemal ‘in dikkate değer bir müşahedesi vardı.Derdi ki ,halkımız,ibadete ait ayetlerde de bazılarını yumuşatmış ve bazılarını da katılaştırmıştır . Mesela ‘’ namaz ‘’ da ‘’ oruç ‘’ da farzdır.Fakat Türk halkı namaz kılmayanlara müsamaha ile bakmış ve fakat ‘’ oruç ‘’ yiyenlere karşı fanatik davranmıştır.
Bizde bir yanlış adet daha olmuş ; o da , mezhepler ibadet sahasına ait ıslahatçı bir tavra sahip olacak yerde daha çok umura ait meselelerde birbirlerinden ayrılmışlardır.İbadette reformu tarikatler yapmaya çalışmışlardır. Fakat bu tarikatler ,birer resmi mezhep haline inkılap edememiş .Çünkü ,devlet daima ,Şeriat ,dünya düzenine ,yani devlete ve kanuna yönelmiş ,tarikat ise manevi düzene ,ferde yönelmiş ve onu kurtarmaya çalışmıştır.
       Bugün ne  yapabiliriz ? yapılacak şey inanç ve ibadete ait ayetleri bir araya getirmektir.İbadet Türkçe mi olmalıdır,arapça mı ? diye bir soru sormak bize düşmez ve hakkımız da yoktur. Önce meseleyi neden Türkçe olmamıştır ?diye ortaya atmak gerekir .Herhalde bunun ,dini olmaktan çok daha fazla ,sosyal bir sebebi vardır.Bize düşen ,bunu açıklamak ve gerisini din adamlarına bırakmaktır .
Aydınlarımızın bir kusuru veya hatalı bir tavrı daha var .O da sanki dinde yapılacak kendileri için malum imiş gibi ibadete ve inanca ait sahalara rahatça karışmalarıdır .Buna hakkımız yok .dinde reformu din adamı yapar.İlk is de dini politikadan kurtarmak lazım …




Cahit Tanyol

Cumhuriyet
9 Ağustos 1960
sayfa 3

Thursday, March 28, 2013

Kültür Bakanlığına Yazılmış Mektup ''KÜLTÜRÜMÜZ''

Sayın Ömer Çelik ,
Ben hem bir vatandaş olarak ,hem bir sanatçı ,hem de bir akademisyen olarak bu e-mail 'i yazmakla yükümlüyüm .Okulumun bölümü sebebiyle olsun olmasın ,milli değerlerimizi yaşatmamızın hepimizin ömründen ,çoluğundan ,çocuğundan,işinden ,gücünden önemli ve önde olduğunu ,olması gerektiğini biliyorum .Siz de biliyor olmalısınız ki bu bakanlıkta ki görevinizi başarı ile yürütüyorsunuz .Ben konservatuar mezunuyum ve umarım profesör olana kadar ülkeme,milletimin kültürel değerlerine sahip çıkmasının ne kadar önemli olduğunu her şekilde anlatabilirim ,bir şeyler katabilirim . Görevleriniz listesine bakarken gözüme çarpanlar şunlar ;
a) Millî, manevî, tarihî, kültürel ve turistik değerleri araştırmak, geliştirmek, korumak, yaşatmak, değerlendirmek, yaymak, tanıtmak, benimsetmek ve bu suretle millî bütünlüğün güçlenmesine ve ekonomik gelişmeye katkıda bulunmak,
e) Kültür ve turizm alanlarında her türlü yatırımiletişim vegelişim potansiyelini yönlendirmek.


Sizin de bildiğiniz üzere 1970 yılından sonra derleme gezileri devlet desteğin de gerçekleşmedi ve  bir daha geniş kapsamlı saha araştırmaları yapılmadı  ..Derleme gezileri nedir?Bir Milletin geçmişinin ,geleneğine yansımalarının izlerini ,saha araştırmaları ile kayıt altına almak  demektir .. Yine sizin de bildiğiniz gibi bu milletin kültürü,manevi varlığı,alışkanlıkları ,gelenekleri,türküleri,deyişleri,çorapları,oyaları ,kelimeleri ve anlamları ,manileri ,masalları ,atasözleri yok olmadan toplamak ,yine en son kalan yaşlı kişiler ölmeden ,daha önce maddi imkansızlıklarla gidilememiş köylere,yörelere,düzenli derleme gezileri ve alan araştırması yapılması bizlerin ,sizlerin milli görevidir..Eğer bu çalışmalar yapılmaz ise 1928 de kişisel olarak yapılmış 4-5 gezi ,ardından TRT destekli bir kısım gezi,sonra 1953 ler de son bulmuş saha araştırmalarında yapılmış olanlarla tarihe hesap vermek zorun da kalacağız ..Bir Milletin kültürü tarihi eserler olduğu kadar,yaşam biçimi ,gelenekleri ,renkleri,dansları, türküleri ile de bütündür ..Bu yetim bırakılmışlığı Türk üst kimliğinde ki tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına  ,bir zamanlar dünyanın yarısına yayılmış bu insanlara bir kader olarak görmemeli ve miras olarak bırakmamalıyız ..Türk,Kürt,Alevi Türk ,Sünni,Ermeni ,Musevi her rengine sahip çıkmaya devam edip koruma altına almalıyız .Turizm de yapılanlar çok güzel ancak ,gelen turistin çokluğu yitirilen ,kaybolmak üzere olan tarihimizi ,göreneğimizi, sözlerimizi, destanlarımızı yerine koyamaz..Maddi sebeplerle gidilememiş pek çok köyden biri benim ailemin köklerin olduğu köydür..O köy den dahi topladığım malzemeyi görseniz içiniz yanar..Tek bir köyden bahsediyorum size..Masallar,deyimler,kelimeler,savaş anıları ,türküler,maniler,atasözleri ...buram buram binlerce yıllık Anadolu 'nun izleri var..benim annem ,teyzem 64 yaşın da ...Yaşı daha ileri de olan insanlarla görüşülüp kaydedildiğin de Bu milletin kayıp zincirleri tek tek yerine oturacak ,eksik hikayeleri tamamlanmış olacaktır ..Ancak dediğim gibi geç kalınmadan  Türk Musikisi Devlet Konservatuarı ve diğer Müzik Okulları ile  ortak bir ekip kurulmalı. Bu ekibin tek amacı kayıt altına alınmamış her şeyi kaydetmek olmalıdır.
Daha evvel yapılmış bazı kayıtlar var ..Bunlar yok olmadan dijital ortama aktarılsın diye Cumhurbaşkanlığımıza bildirdim Cumhurumuz ve eşi bu konu da beni desteklediler ..Yakın zaman da bir toplantı yapıldı ,ikincisi ile bu çalışma başlayacak ..Size önce yazma sebebim ise bu konu bizim en az bin yıllık kültürümüz ve sizden başka gidilecek bu konu ile direkt ilgili bir makam yok .Yaşadığımız ,için de bulunduğumuz bu günler ağır kültür erozyonlarına uğradığımız üzücü zamanlar.Bir zaman gelecek ne oyalarımızın anlamını,ne çoraplarımızın desenlerini ,ne kaybolmuş türkülerimizi kimse hatırlamayacak ..Yok olan bir kültür ,manevi değerlerin yoksunluğu ile sonuçlanır..Geçmişini ,göreneğini bilmeyen bir toplum geleceği için doğru adımlar atamayacak hale gelir ..Sizden arzum sizin de Cumhurbaşkanlığımız gibi Milli Kültürümüzü koruyabilmemiz ,alan araştırması yapabilmemiz için yanımız da olmanız ..Kurulacak alan araştırma ekipleri ,Yine bu araştırmalar esnasında yapılacak çekimlerin belgesel olarak hazırlanması için bir ekip desteği sağlamanız ,projeyi hayat geçirmeniz ..Ben sanatçıyım ,öğrenciyim ama bu toprakların kokusu ile büyüdüm ..Öyle bir geçmişe ,renge sahip ki bu topraklar bunun yitirilmesine seyirci kalmak cinayettir ..Tarih bizleri bu millete küçük veya büyük yaptıklarımızla hatırlayacaksa bu sadece kültürünü yaşatmak için gösterdiğimiz çaba ile olacaktır ..
İyi Çalışmalar 
Sevda Karababa 
FOTO :
euroasian.wordpress.com

Wednesday, March 27, 2013

Kara Fatma ''Türkiye İçin Savaşan Gönüllü Amozon Kürt Kadını

Şu günlerde olanların geçmişini ve tarihini incelediğiniz de aslında işlerin daha farklı olduğunu çok rahat görebilirsiniz ..Bu ülkenin Kürt vatandaşları kadın ,erkek demedi ülkenin özgürlüğü söz konusu olduğunda canlarını vermek için koşa koşa cepheye gittiler ..Biliyorlardı ki eğer yaşadıkları toprakların özgürlüğü giderse onların özgürlüğüde gitmiş olacaktı ..Bu topraklar ,Kürt ,Türk Rum ,Ermeni ayrımı yapmadı bu ayrımı yapanlar bu toprakta gözü olan ,nifak tohumları eken ,perde arkasında kasasında ki paraları sayan kişilerdi ..Kara Fatma Osmanlı İmparatorluğu Türkiye 'nin müdafası için gönüllüleri Cepheye çağırdığında adamlarıyla cepheye koşan Kürt kadınıdır ..Onun gibisi gelmedi ..Bu ülkeyi korumak için ,Kürt kardeşleriyle,akrabalarıyla cepheye geldiler ,o dönem de çıkmış bir gazete haberi onu anlatıyor ve Amazon diyor buyrun okuyun ..Ortalık karıştıranlar birilerince o amaçla içeriyi karıştırmayı görev edinmişler..Gerçek Kürt vatandaşı bu toprağın birliğini, bozmak için uğraşmadı ,omuza omuza savaştı ,savaşır ,can verdi ,can verecektir..Biliyorlar kii Bu topraklar da bizim özümüz,geçmişimiz,atalarımızın kanları ,mezarları,izleri vardır..Onlar da çiğnetmez,onlar da ezdirmez..Nifak tohumu ekenlerle bu fedakar vatandaşlarımızı bir tutmayın ..Sizden ,benden daha Türk oldular yeri geldi ...bu vatan toprağı  üzerinde oyunlar oynanmasına müsade etmediler..Türk'lük bir üst kimlik olarak kabul edildi ..Etnik kimlik olarak değil ...













Mustafa Kemal Paşa 'nın Planı Yeni Müslüman İmparatorluğu

 Abd de çıkmış eski bir gazete 'nin baş haberini ilginç bulacaksınız..Yıl 1922 Mustafa Kemal Paşa şok  içinde ki çakal Avrupa'yı kıvrandırıyor ..Halifelik durumu var vs..gerisini okuyunuz bir zahmet ..
nt : gazetenin web sayfasından orjinal habere ulaşmak mümkündür ..





Burçların ve Elementlerinin Ait oldukları Makamlar ve Batı Mode ları

Oğlak         -Buselik Makamı
Buselik Makamına Örnek :




Yay            -Hicaz     Makamı

Hicaz Makamına Örnek :

Akrep         -Hüseyni  Makamı

Hüseyni Makamına Örnek :
>
Terazi          -Rehavi  Makamı  

Rehavi Makamına Örnek :   http://youtu.be/y7fbWPTg8rI

 Başak         Zengüle  Makamı

zengüle makamına örnek

Arslan       Büzürk  Makamı

Büzürk makamı Örnek :

 Yengeç     Kuçek    Makamı

Kuçek Makamına Örnek :   http://youtu.be/SbUiJzO3GMw



 İkizler        Isfahan  Makamı
Isfahan Makamına Örnek :

Boğa          Irak    Makamı





Irak Makamına Örnek :



Koç             Rast Makamı
Rast Makamına Örnek :   http://youtu.be/EWZ9CgGZjNM


Balık          Uşşak Makamı  
Uşşak Makamına Örnek :  http://youtu.be/ygqOlBUHIWg


Kova          Neva Makamı
Neva Makamına Örnek :  http://youtu.be/tVotnNdVA5g

 Ateş Gurubu   Makamı 
-Selmek Makamı: Yerinde Hüseyni makamında yerinde Rast makamının eklenmesinden meydana gelmiştir. Seyri sırasında sık sık Hüseyni geçkisi yapan bir Rast makamıdır. Selmek makamı, bu durumu ile Gerdâniye makamının tam tersidir. Güçlü Nevâ perdesidir. Tam karar, Rast perdesinde Rast dizisiyle yapılır.

 Şehnaz makamı Hüseyni perdesindeki Hümâyûn dizisine yerinde Hicaz âilesini meydana getiren dizilerin, yani inici Hümâyûn, Hicaz, Uzzâl, Zirgüle’li Hicaz’ın katılmasıyla meydana gelmiştir. Zirgüle’li Hicaz daha az kullanılmıştır.

Su  Gurubu Makamları 
Nevruz Makamı,
Gerdaniye Makamı   : Yerinde inici Rast dizisine yine yerinde inici Hüseyni dizisinin eklenmesinden meydana gelmiştir.
 Hisar Makamı : Hüseyni perdesi üzerindeki inici Zirgüle’li Hicaz dizisinin bir kısmı ile yerinde Hüseyni veya Acem’li Hüseyni dizisinin birbirine eklenmesinden meydana gelmiştir. Daha çok Acem’li Hüseyni dizisi kullanılmıştır.
Toprak    Gurubu Makamları 
Geveşt Makamı : Hüseyni perdesindeki Hüseyni beşlisine yerindeki (Dügâh’da) Bûselik beşlisinin veya tam dizinin ve buna Rast perdesinde Çargâh beşlisinin eklenmesinden meydana gelmiştir. 
Hava  Gurubu Makamları 
 Maye Makamı  Dügah V e  Segâh Mâye makamı dizisi, Segâh makamı dizisi ile Uşşak makamını dizisinin aynen birbirine karıştırılmasından doğmuştur. Önce Segâh makamında dolaşılır, sonra yerinde Uşşak makamına geçilir. Burada da gezindikten sonra, tekrar Segâh makamına geçilir ve Segâh perdesinde tam karar yapılır. Makamın diğer özellikleri aynen Segâh ve Uşşak gibidir. Bu hâle göre: 

Segâh Mâye = Segâh Makamı + Uşşak Makamı + Segâh Makamı olarak gösterebiliriz. 
Dört Elementin 4 Makam Şubesi ile ilişkisi vardır 

Ateş          Dügah 

Su               Yegah 

Hava         Segah 

Toprak     Çargah

Batı Müziği Mode ları 





Friday, March 22, 2013

Türk Sultanı Abdülmecid 'in Okuduğu Şiiri ve Bilinmeyen Besteler



Gizem Dolu İmparatorluk
Türkiye ' de ve dünyada ilk defa benim araştırmlarımla ortaya çıkmış bu hiç bilinmeyen müzk eserleri ve Abdülmecid şiiri kaydının orjinalleri uluşslararası bir kütüphane arşivindedir .Sesli kaydı bulunmaktadır .. Bu yaptığım çalışmada bulduğum eserleri ve bilgileri Müzikolog Emre Aracı ile paylaştım 2 ay kadar önce ve kendisi şu anda bu eserleri Londra da iyi bir Orkestra ile yaklaşık 100 yıl sonra yeniden çaldırmak için çalışmalar başlamıştır..Türkler için ,İstanbul için ,Osmanlı Sultanları için Klasik Batı Müzisyenlerinin bestelediği bilinmeyen eserler yazımın sonunda nota olarak eklenmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu; günümüz dünyasının kaderini, ciddi anlamda belirlemiş en uzun süreli, en etkileyici imparatorluk olmuştur hem tarihte, hem insanların hafızalarında. Gerçi sanki Roma
imparatorluğu çok daha popüler gibi algılansa da ne Roma ne de diğer Türk
imparatorlukları bu başarıya sahip olamadılar.150-200 yıl içerisinde dağıldılar 




kopuz çalan bir göçebe Türk




Aslın da üstünde düşünüldüğün de gerçekten inanılmaz evreler yaşamış büyüleyici ,çekici ,insanı kendine






bağlayan bir yapıya sahip olmuş .Şans mı, yoksa böyle mi olması gerekiyordu ?Belki de gerçekten çok akıllıca davrandılar ..
Bozkırlar da hatta daha zor iklim şartları ile sınırları olmayan coğrafyalar da özgürce dolaşmış bu küçük göçebe    topluluklar ..yerleşik yaşayan kişilere göre son derece güçlü ,dayanıklı , iradesi ,sinirleri çelik gibi olan bu insanlar ,her zaman tetikte yaşıyor ..hatta at üstünde uyudukları da söyleniyor ..Onlar(
günümüzde hala göçebe yaşayan bazı Afrika kabileleri dışında )insanlık tarihinde yerleşik düzene geçen son göçebeler diyebiliriz. Hayvanları ile beraber yeşil ve su olan yerlere gidiyor ve bir adım atmadan sonraki yüzlerce adımı düşünmüş oluyorlardı .inanılmaz gelişmiş yetenekleri içinde lojistik ve azla yetinme özellikleri onları yenilmez yapıyordu ..Yerleşik düzene geçmeyi başaramadıklarından değil bu yaşam şeklinin zayıflık göstergesi olmasından ,onları savunmasız kılmasından dolayı tercih
etmiyorlar. Sanat, üretim ve müzik onlar için belki de en son gelen şeyler oluyor uzun yıllar boyunca. Kopuz ve belki bir çalgı aleti daha onların günlük hayatındaki müzik ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Henüz sazendeler,hanenedeler,müzikli yemekler ,eğlenceler başlamamıştır ..


Çok eskiden bir rahibin söylediği şu sözler onları ve güçlerini çok anlamlı kılıyor..'' Eğer yerleşik yaşayan halkaların kralları değil sadece   kralların  kendileri bile göçebeler gibi azla yetinip zor şartlarda yaşamayı
becerebilselerdi dünyanın hakimi olabilirlerdi ''..
Ancak bu üstün özelliklerinin yanı sıra yerleşik düzene geçmeyi başarabilirlerse dünyaya hakim olan imparatorlukları da yine göçebeler kurabilir.. Yerleşik düzene geçmeyi hoş karşılamıyorlar ,yarı yerleşik veya yerleşik olmuş göçebeleride ‘’Yatuk’ ’olarak adlandırıyorlardı yani göçebeliği bırakanlar küçük görülüyordu. 



Osmanlı‘nın ilk başlangıcına döndüğümüz de; zor şartlarda yaşayan, Moğol hâkimiyeti ve savaşlardan
bıkmış binlerce Türkmen göçebesini, Moğol askerleri ile veya tek başlarına yeni topraklar da bir
yaşam kurmak için Anadolu’ya geldiklerini görüyoruz. O dönemde Anadolu da karmakarışık bir yerleşik
düzen hakim .Selçuk’lular,Bizans’lılar,Ermeni köyleri,Yahudi’ler,Türk beylikleri ,Akıncılar, Uç boyları ve
dağılmış Selçuk’lunun son demleri ..Selçuk’lular yerleşik düzen içinde yaşayan halklarından ,potansiyel tehdit olarak gördüğü Türk uç boylarını uzak tutmaya çalışmış onları olabildiğince akınlar yapabilecekleri ,merkezden uzak bölgelere göndermeye çalışmış ..Ancak aldıkları tedbirler pek bir işe yaramamıştı .Ertuğrul bey tipik bir Türk uç beyinin başındadır ..sadece kendi değil tüm ailesi söz hakkına sahiptir ,bu 
beyliğin önde gelen ve sevilen sözü geçen kimselerinde yine idarede yaptırıcı etkileri olmaktadır (bir sonra ki beyin kim olacağı gibi ) her ne kadar yerleşik düzene geçmiş olsa da ,Ertuğrul beyin uç beyliğ;i stratejik düşünme ve sonraki  adımlarının hesabını yapabilmesi ,lojistik yeteneği ,lükse ihtiyacı olmaması ,sağlam inadı ve direnci ile diğer yerleşik kasaba ve köylerden farklıdır .Onlar hem tarım yapıyor hem savaşması gerektiğinde kadın erkek hep beraber savaşıyor .İstikrarlı bir şekilde dağılmış düzenden kurtulmak isteyen Osmanlı taraftarı oluşmuş ,yine onların bir millet olma isteği ile Osmanlı İmaratorluğu yaşamını çok uzun süre devam ettirmiş .Tümdetaylarını anlatmasam bile kısaca şunu söylemeliyim ki çevresindeki zayıflıkları ,doğru anları ,doğru stratejik ilişkiler kurmayı (evlenmeler yoluyla veya manevi olarak sevilen kişileri yanlarına çekerek) öyle güzel başarıyor ki sonunda Fatih Sultan Mehmet ile imparatorluk olmayı başarıyorlar(.Ayrıca unutulmamalı    inanılmaz hızlı hareket etme ve düşünme kabiliyetleri var ..)Fatih sultan Mehmet in başarısı ile sonraki yüzyıllarda da devam edecek masal imparatorluklarını andıran Osmanlılar ın saltanatı başlamış olur ..İlk zamanlar da Avrupa’nın feodal beylikler halinde yaşıyor olması muhteşem bir zayıflıktır onlar için ..Kolayca ele geçirilip ,işgal edilebiliyorlar ..henüz Avrupa onları büyük bir tehdit olarak görmemekle beraber ,kendi krallıkları için ölesiye tedirgin olmaktadır .. 


Osmanlı ‘nın şu yapısını unutmamak gerekir Fetih imparatorluğudur. Tüm düzenin işleyişi en alttan, üst 
kademeye kadar fetih üzerine inşa edilmiştir. Sınırlardaki, uç boylarındaki akıncıları olsun, köylüden
vergiyi toplayan kişilerden (tımar, dirlik)beylerine kadar hepsinin aynı zamanda asker olması, gerektiğin
de derhal savaşa katılmaları da askeri, savaşçı yapıyı gösteriyor. Osmanlı her ne kadar İstanbul’u alıp
genişlemeye devam etse de ,Bursa ,Edirne ve İstanbul da saraylar kurmuş ,ipeklerle döşemiş olsa da hala
göçebeliğini devam ettirmektedir .Ona tabi olan yerlere düzen ,adalet ve güven getirse de aslında tek
yaptığı himayesine alıp vergi yolu ile haraç almaktan öte değildir ..evet eğitime önem vermiştir ,tıp
konusunda da dikkatli davranmışlardır ancak her ikisi de yine kendi yönetimine kalifiye adamları
yetiştirebilmek için ,askerleri donanımlı tutmak için planlanmış yapılanmalar ..bunun dışında Üretim
,ticaret, halk eğitimi ,tarımda yenilik ,üretimin arttırılması gibi konularda hiç bir şey yapmamışlardır 
Çünkü işleyen bir sistem, ele geçirilen yerler, beşte bir yasası ile ganimetten gelen pay hazineyi
Doldurmaktadır... Ticaret yollarını güvende tutmak, ticaret yapanları kollamak üretime katılmasını
sağlamaz. Fetih imparatorluğunun, sırtını dayadığı ganimet ve vergi Avrupa’nın feodal yapıdan çıkması
,yeni ticaret yollarının bulunması, coğrafi keşifler(Avrupa yağmacılığının diğer adı) ile sarsılmaya başlar.
16. yy sonlarında 17. yy başlarında Osmanlı yine büyüktür büyüleyicidir ama bir şeyler ters gitmektedir 



Üsküdar 'da bir sokak

.Eski sultanlar ölmeden önce kendi torunlarına, Osman oğullarına uyarıların, nasihatlerin olduğu
defterler bıraksalar da dünya değişmektedir. Ancak bir İmparatorluğunun bel kemiği, omurgası olan
asker etkeninin, fetih yapmayı bir kenara bir anda atmak imkânsızdır. Öyle bir geleceğini varlığını dahi
reddetme içindedirler. Osmanlı göçebe bir topluluktan geldiği için, yerleşik toplumlardaki zayıf yanları çok iyi bilmekte ve bu
zayıf yanları kendi bünyesin de barındırmamaya özen göstermektedir .İç karışıklıkların taht kavgalarının
,siyasi karmaşanın ,halktaki güven duygusunun yok olmasının bölünmeyi ,dağılmayı ve ihaneti getirdiğini
kendi tecrübeleri ile bilmektedirler ..Yine İslam İmparatorluğu olduklarında henüz akıncıları yağma yapıp
,saldırılarda bulunurken Bizans köylerine ,Arnavutlara ,Romenlere her nasılsa İslam adına yapıyorlar fikri
halk içinde oluşmaya başlar. Araplardaki Gaazi kelimesi akıncı yerine kullanılmaya başlar ki aslında gaazi
nin anlamı da akıncı demektir ..İslam adına savaştıkları bu akıncıların kendilerinin de inandıkları bir
duruma dönüşür ..
Yine Şii’ ler ve saf evi savaşları onların bu İslam imparatorluğu görünümünügüçlendirmektedir ..Bunun yanı sıra Avrupa’nın Hristiyanlığa sarılmaları ,kutsal ittifakı kurmaları yineOsmanlıyı İslam’ın savaşçısı durumunu koymuştur ..Aslında bana kalırsa sadece kendi güçlerini arttırma ve rahatının peşindelerdi. Âmâ bu yapının onlara verdiği güç ,kutsallık hem hoşlarına gitmiş ,hem merkezi otoritenin kurulmasını güçlendirmiş ,hem eskiden beri gelen    tahta kimin geçeceğinde söz hakkı olan önemli kişilerin sözlerini önemsiz hale getirmiştir. Artık tektirler, sadece kendi soyu devam edecektir(kanları akıtılmadan öldürülebilirler vs gibi) Maneviyatın ve inancın insanlar üzerindeki yapıcı ve yok edici etkisini çok iyi bilmektedirler.






 Her şeye toleranslı olmalarına rağmen dinsel olarak başlayan siyasal kalıba dönen veya siyasal başlayıp dinsel elbise giyen hiç bir fikre, yapılanmaya, öneriye tahammül göstermezler. Şiddetle yok ederler. Çünkü verebileceği zararları çok iyi bilmektedirler. Din ve inançla yüklenen insanların imparatorlukları yok ettiğini veya kurduğunu bilmektedirler.
Muhteşem bir ülke, insanın rüyalarında göremeyeceği kadar güzel saraylar, bahçeler, ırmaklar aklını başından alır herkesin o dönemler de. İşin de iyi olan herkes bugünün Amerika’sı gibi olan Osmanlıya gelir, İstanbul’da hayat kurmak ister. Avrupalılar dinsel ve diğer her şeyi bırakmış, kilise baskısından kurtulmuş. İnsanı keşfetmeye çalışmaktadır, hemen tüm bilim alanlarında keşifler yapmakta, yaradılışı özgürce incelemekte, deneyler yapmakta. O zaman gözleri Osmanlı’ya başka bakar. Bu bir anlamda masalsı yaşam biçimine sahip ülke onlar için hem maddi kazanç sağlayacakları hem de sınırsız
araştırılabilecek yanlarıyla yeniden keşfedecekleri vaad edilmiş yer olur



Onlar bu merakları için de tüm ilginç keşifleriyle İstanbul’a koşuşturmaya başlarken. Osmanlı da büyük 
buhranlar içinde ter dökmektedir. Asla diye gördüğü askeri yapısı, fetih siyaseti bozulmuştur. Yerine ne
koyabileceği hakkında is hiç bir fikri yoktur. Savaşarak eski günleri yakalama düşünceleri hiç başarılı
olamamış, hazineye akan gelir azalmaya başlamış, kurduğu tüm sistem parça parça kopmakta ve hiç bir
şey bu parçalanmayı durduramayacaktır. Her ne kadar Osmanlı İmparatorluğu ‘nun çöküşünün sebepleri sayfalarca yazılıp çizilse, madde madde anlatılsa da. Bu maddelerin, sebeplerin hiç bir önemi yoktur. Osmanlı son yüzyıla kadar.(İzmir’deki gelişen ticaret hariç ) hiç bir yapılanma içine girip, üretim yapabileceği sahalar
açmamış, ticarete ağırlık vermemiştir. Olan ticarette kendi bünyesindeki gayrı Müslüm Osmanlıların
çabalarıyla gelişmiştir. Bir de bu buhranlı dönemde sebebin, gayrı Müslüm Osmanlıların olduğu, modern
keşiflerin, adetlerin, kahvelerin, tarikatların olduğu düşüncesi yayılıp toplum içinde kin nefret, bölünmeye 




sebep olan yapılanmalar içine girilince. Osmanlının ipi çekilmiş olur. Onca alim ve ulemanın olduğu
Osmanlıda belki 2-3 kişi dil, din, kahve, tarikat değil artık değişim zamanı  diyebilmişti belki de .
Osmanlı hiç bir sorun yaşamadan devam etseydi, Madde madde yazılmış sebepler olmasaydı, Endüstriye geçemediği için yine yok olmak zorunda idi. Doğal sınırlarına gelmiş bir imparatorluk Akıncılarını, askerlerini kendini besleyemediği ganimeti alamadığında bu doğal sonda gelmiş olacaktı... Ancak Avrupa’nın fantezilerini süsleyen Osmanlı ve İstanbul onların sanatçılarını da etkilemiş, bestelerini, marşlarını, şarkılarını süslemiştir.
''Türk tepelerinden şarkılar ''isimli bir çalışmada bestecimize Türklerin Sultanı Abdülmecid olarak geçen
Sultan Abdülmecid şiiriyle eşlik etmiş. Ne zaman, ne sebeple bu kayıt yapılmış detaylı bilgi
edinemediysem de ..bu 27 sayfalık eseri keşfettikten sonra böyle bir yazı kaleme almak istedim ..İçinde 6 parça var ,sözleri de var ..
Yine Alman, İrlandalı, ABD li, Avusturya ve Macar pek çok besteci kendilerince sebeplerle besteler
yapmışlardır .Şimdilik bir kısmına ulaştığım bu kaybolmuş besteler in bazılarında Osmanlı Türkleri kaba olarak ta ifade edilmiş ..ancak genel olarak hayranlıkla yapılmış Klasik eserlerin yanı sıra İstanbul’u
anlatan şarkılarda yapılmış .Benim daha önce duymadığım bu eserlerde belki de İstanbul un o son
gösterişli zamanlarını hatırlatan bir şeyler bulabiliriz dinlerken .. 






1-MY TURKISH OPAL (FROM CONSTANTINOPLE)
Composer Edna Williams

An Irish Turk named Pat McGuirk was sent to the Turkish war,
So off he went with his regiment upon a Turkish shore.
They called upon the Sultan, but the Sultan turned them down,
So they captured all the harems in Constantinople town.





A girl whose name was Opal danced her way into Pat's heart.
Said he, "I'd like to steal you and then from this land depart--


CHORUS:

Be my little Turkish Opal from Constantinople,
I'll be your little Irish Em'rald, and we'll have a wedding grand.
I'll build a little hut in clover with shamrocks all over,
You'll be Missus McGuirk and a regular Turk in Ireland."


Pat came back on a camel's back with saddle built for two,
Said He, "A Turk who is named McGuirk in Ireland's nothing new!"
They interviewed the Sultan and she begged for her release,
But he chased them and their camel out of Turkey into Greece.
They're living now in Ireland just outside the town of Cork
And last Thanksgiving Pat brought home a Turkey and a Stork.


Composer Edna Williams
Lyricist          Arthur Gillespie
Performers           Elizabeth Murray
Copyright1912    PublisherJos. W. Stern & Co.



2-George H. Clutsam

George Howard Clutsam (26 Eylül 1866 - 17 Kasım 1951) iyi bir aranjör    Avustralyalı piyanist, besteci ve
yazar     . Clutsam 'ın 150 den fazla şarkı sı        yayınlandı.






Hayatı
Clutsam   ,  Sidney de Yeni Güney Galler, Avustralya da doğdu. Kariyerine sıradan bir eğitim almış her hangi bir piyanist gibi başladı.    Arkadaşı ile beraber çeşitli sanatçılarla piyanist olarak eşlik ettikten sonra 1889 yılında Londra'ya taşındı 1893 ve 1895 yıllarında düzenleme ve orkestra eserleri ve opera ışık
Kompozisyonu üzerinde çalıştı.



1908 yılında, Clutsam Minnie Fischer, (aynı zamanda Avustralya başarılı bir şarkıcı), evlendi. 1908 ve
1918 arasında Observer için müzik eleştirisi yazdı. , 1912 yılında, Franz Schubert in biyografisini yazdı
bunun yanı sıra birçok sahne eseri ve ayrıca popüler tür (ama şimdi politik olarak yanlış kabul ediliyor ) dâhil olmak üzere sayısız şarkı yazdı. Daha sonra siyasal bir gurupta başkan yardımcılığı yapar            .o dönemde sessiz sinema için müzik yazdı ve besteledi.


Clutsam , Paul Aubry, Robert Harrington, HS Iseledon, Georges Latour ve Ch.G. gibi isimlerle eserler verdi .. 85 yaşındayken 1951 yılında Londra'da öldü.
Seçilmiş müzikaller ve diğer eserler
Karnaval Manzaraları (1895; orkestra çalışmaları)
Bir Yaz Gecesi (1910; opera)
Kral Palyaço (1912; opera)
Carmen (;    Alhambra Theatre, 1912) Bale
Genç İngiltere (1916 müzikal)
A Southern Maid (1920; ek müzik katkı)

Piyano için 101 özgün çalışmalar (1920)
İngiltere Green Lanes (1920; orkestra suite)
Gabrielle (1921 müzikal)
Leylak Zaman (1922 düzenlemesi Franz Schubert 'in müziği) Damask Rose (1929; Chopin müzik düzenlemesi)
Kalp Desire (1937; film müziği)
Üç Plantation Eskizler (orkestra çalışmaları)





Plantation Şarkılar
Referanslar
Philip L Scowcroft tarafından On-line biyografik not
Avustralya    Müzik  Clutsam Profili
Avustralya Lit web sitesinde Biyografi ve notlar
Scowcroft, Philip L, İngiliz Hafif Müzik Besteciler ,
Carmen balesi Hakkında bilgi
Clutsam eserleri İlanı
"George Clutsam"    biyografisi Avustralya Variety Tiyatro Arşiv





Yaş:85 (öldüğü yaş)
Doğum tarihi: 26 Eylül 1866
Doğum yeri: Sydney, New South Wales, Avustralya
Ölüm tarihi:17 Kasım 1951
Ölüm yeri: London ,  England , UK



Michaelis, Theodor


Türk Patrol-( The surprise Turkish midnight parade )
                  1831 yılında Ballenstedt, Almanya, doğdu. Müzik tarihi, teorisi    ve kompozisyon alanında eserler yazdı. Aynı zamanda pianoforte müziğe katkılarıyla da tanınıyor, en iyi bilinen parçalarından biri "Türk Devriye " dir.1887 yılında Hamburg'da öldü.



Aus schöner Zeit, Op.108  (Michaelis, Theodor)
Contrabass-Schule, Op.136  (Michaelis, Theodor)



Başlık                                                                                          Türkische Schaarwache Die

Alternatif Başlık                                                                      Charossin; Türk Patrol. Mart.

Besteci                                                                                        Michaelis, Theodor

Opus / Katalog Numarası                                                                Op.83

Anahtar                                                                                                  Fa majör

Hareketleri /                                                                                     Bölümler  1

İlk Yayın                                                                                                      1879. Hamburg: Leichssenring

Stil                                                                                                          Romantik

Aletler                                                                                                          Orkestra


Genellikle düzenlemeler zaman içinde değişmesine rağmen, orkestra versiyonu, birincil ve piyano
Versiyonu aynı olmakla birlikte icra edilirken yorumlandığı bilgisi veriliyor. Zamanında o kadar popüler oluyor ki büyük bir başarı ile Chicago Orkestrası tarafından icra edilmiş.
Piyano için olan bu çalışmanın başlığı    bir marş olarak geçmesine rağmen döneminin balo ve davetlerinde en sevilen eserler içinde birinci sırada yer almış ..
Diğer eserleri :

Başlık                                                                Aus schöner Zeit

Alternatif Başlık                                             Parlak gün Gavotte

Besteci                                                                 Michaelis, Theodor

Opus / Katalog Numarası                             Op.108







İlk Yayın                                                       1879

Stil                                                                Romantik

Aletler                                                         piyano







Başlık:                                                Kontrabas-Schule

Besteci                                               Michaelis, Theodor

Opus / Katalog Numarası                    Op.136

Hareketleri /                                      Bölümler  2

İlk Yayın                                                     1891

Dil                                                             Almanca, İngilizce, Rusça

Stil                                                     Romantik

Aletler                                                 Kontrbas





Başlık  Schmiede im Walde Die
                                                                               

Alternatif Başlık          Ein Idyll für Orchester. Forest                                        Forge, Woods
                                                                                 

Besteci                 Michaelis, Theodor                                                

Opus / Katalog Numarası                             Op.126

Anahtar                                                               G minor?

Hareketleri / Bölümler  5                               bölüm 1 hareketli

İlk Yayın                                                           1881. Hamburg - Leichssenring

Stil                                                                    Romantik
Aletler                                                         Orkestra





















































ONCE UPON A TIME ADAKALE WAS IN THE TUNA RIVER

When I was looking for Ottoman time fairy tails I found out about Adakale. The history of A little island fascinated me and I couldn't s...