Sunday, August 12, 2012

Twitter Kitap ve Film Önerileri -Ben listemi yaptım ..Sıra Sizde

Bir ,iki ay içinde bir sürü kitap önerisi ,film önerisi geldi bazılarını favorime ekledim ama sonra  bulamadım ..Ahmet Hakan da istisnasız 4 kitap önermiştir ama beni yasakladığı için ..favoriye eklemişte olsam ..kitap isimlerini tespit edemedim ..bulduklarım bunlar yakın zaman da bunların hepsini tek tek tüketeceğim ..
her telden var ..her telden çalıyor..ortak noktaları ...öğrenilmesi gereken insanların kafaları olması ..
Sevmediğiniz,karşı olduğunuz bir şeyi dahi öğrenin ki ...sorulduğun da neden karşı olduğunuzu anlatabilin ..(sevda karababa)

Burhan Dodanlı -HEPİNİZ SUÇLUSUNUZ


Tavsiye eden takipçim:



Resim yazısı ekle

“Askeri Savcı bu iddianameyi sırf kelle istemek gerekçesiyle hazırlamış,
yanlış tahliller ve gerçek dışı birtakım şeylerle karşımıza gelmiştir.
Biz yaptıklarımızı inkâr etmiyoruz, fakat yapmadıklarımızı da kabul
etmiyoruz. Biz iddia edildiği gibi, Anayasayı ihlal etmiş değiliz. Dost ve
düşman, bunu iyi bilmelidir ki, hiçbir karşılık beklemeden varlığımızı
Türkiye Halklarına ve Türkiye’nin bağımsızlığına adamış kimseleriz.
Kendimizi, bildiğimiz yola armağan etmişizdir.
Bu sebeple ölüm bize vız gelir...
Bağımsız Türkiye, tek özlemimiz olmuştur. Tahsil sırasında olmamıza
rağmen, daima bu özlemi duymuşuzdur.
....
İlk Kurtuluş Savaşı, aydınların yönetiminde yapıldı. Fakat sonraları,
mütegallibe ve eşraf, kendisine pay çıkararak parsayı topladı ve
yabancı sermayenin hamisi ve babası İş Bankası’nı bunlar kurdu. Daha
sonraları ise, 1945 yılında yapılmak istenen toprak reformuna şiddetle
karşı çıkanlar, 1950’de Amerikan desteğiyle iktidara gelince, her şey
bitti ve Türkiye de bağımsızlığını yitirdi..”(– Deniz Gezmiş’in savunmasından)


Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamına tanıklık eden gazeteci Burhan Dodanlı, anılarını “Hepiniz Suçlusunuz” isimli kitapta topladı. Kitapta, Gezmiş’in arkadaşlarını görmek istediği, “Kimse karışmasın, iskemleyi ben devireceğim” dediği aktarıldı.Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamına tanıklık eden tek gazeteci olan Burhan Dodanlı, o geceye ilişkin anılarını ve izlenimlerini de kitapta topladı. 1978′de “Darağacı” ismiyle yayınlanan, ancak aynı yılın Temmuz ayında toplatılan kitap, bu yılın Mayıs ayında “Hepiniz Suçlusunuz” adıyla yeniden okurla buluştu.
Dodanlı, kitabına ilişkin bilgi verirken, Deniz Gezmiş olayını başından sonuna kadar takip eden bir gazeteci olduğunu ve Anadolu Ajansı’nda 3 kişilik bir ekiple süreci yakından izlediklerini söyledi.
“ALİ PAŞA SÖZ VERDİ”
İdam kararı verildikten sonraki safhaları da izlediğini ve bu sırada Gezmiş hakkında idam kararını veren Ankara 1 No’lu Sıkıyönetim Mahkemesi Başkanı Tuğgeneral Ali Elverdi ile de sık sık diyaloğunun olduğunu aktaran Dodanlı, gazetecilikte güven sağlamanın çok önemli olduğunu ifade etti.
Kendisinin süreçle ilgili tüm gelişmelerden konuyu yakından takip ettiği için haberinin olduğunu ifade eden Dodanlı, şunları söyledi: “Ali Paşa’ya, ‘eğer bu verdiğiniz karar kesinleşir, Yargıtay’dan geçerse, Meclis’ten geçer ve onaylanırsa idam safhasını Ajans muhabirleri olarak izleyebilir miyiz’ dedim. Önce ‘mümkün değil’ karşılığını verdi. Sonra ‘ama sen bütün duruşmaları takip eden bir muhabir olarak o gün idamın infaz edileceği yerin kapısına kadar gelebilirsen, söz seni içeri alacağım’ dedi. ‘Paşam, o nasıl olacak’ dedim, ‘karışmam, eğer gelebilirsen’ karşılığını verdi.
“EŞİNİZE DAHİ SÖYLEMEYİN”Nihayet geldik 5 Mayıs 1972 Cuma gününe… Öğleden sonra 3 arkadaş çıktık biz ajanstan, Askeri Yargıtay’a gittik. Şimdiki Ankara Radyosu’nun yanındaki Türk Hava Kurumu’nun tam arkasındaki binaydı. Tüm hakimlerle tanışıyoruz, odalarına giriyoruz. Her gün “buyurun, çay için’ derken, o gün ‘şimdi çalışıyoruz, meşgulüz’ dediler. Biz de ne olacağını biliyoruz. Bizi dışarı çıkardılar, ama gitmedik, kapının önünde bekledik. Saat 17.15′te bir memur koltuğunun altında defterle çıktı. ‘Nereye gidiyorsunuz’ diye sorunca, savcılığa gittiğimizi söyledik. Askeri Yargıtay’da kararın düzeltilmesi istemi reddedildi, o nedenle de infaz savcılığına gidiyor, o belli. Hemen birimiz oraya gittik, ikimiz Ajans’a geldik. Müdürümüz Adnan Bey vardı, ona bahsettik, bunu eşinize dahi söylemeyin, hele ajanstaki arkadaşlarınıza hiç söylemeyin dedi. Bunun üzerine konuyu sakladık.”
“İKİ DAKİKA ÖYLECE BAKTI”
Arkadaşı Hasan Şahan’ın kalp rahatsızlığı olduğunu ve idam gecesi yaşanacaklara tahammül edemeyeceğini ifade ettiğini anlatan Dodanlı, bir arkadaşının da nöbetçi muhabir olarak kaldığının, kendisinin tek başına yola çıktığını söyledi.
O dönemde gece 24.00′ten itibaren sokağa çıkma yasağının uygulandığını belirten Dodanlı, yaşadıklarını şöyle anlattı: “Akşam üzeri Anadolu Ajansı’nın arabasıyla yola çıktık. Ancak Samanpazarı’nda bizi çevirdiler. Bana, ‘Nereye gidiyorsunuz’ diye sordular. Onlara, ‘evime gidiyorum, kartım var’ dedim. Cezaevine yakın olduğu için Dörtyol’da oturduğumu söyledim. Sonra, ‘beni Ali Paşa’ya götürün, ona bir mesajım var’ dedim. Oraya vardık. Ambulans tipi arabayla Deniz Gezmiş getirildi. Defalarca konuştuğum, aylarca mahkemelerde takip ettiğim bir çocuk. Göz aşinalığı da var. Zor bir duyguydu. İki dakika öylece baktı. Yaklaşık 5 dakika sonra Ali Elverdi geldi, çabuk çabuk konuşurdu, ‘kim beni arıyor’ diye sordu. Komando erlerinin arasında duruyordum. ‘Sen misin, gel, gel” dedi. İçeriye aldı beni. Sonra, ‘sen deli misin, nasıl yaparsın bunu’ diye sordu ve bu durumdan kimseye bahsetmememi istedi. 28 yıl bahsetmedim, ajansta dahi Ali Elverdi’nin isminden kimseye söz etmedim. Sonra bir televizyon programına çıkacaktım ve kendisini aradım. ‘Paşam, ben televizyona çıkacağım, seni oraya kim soktu derler, çok ısrar ederlerse isminizi vereyim mi’ dedim. ‘Yasal takip süresi bitti, zaman aşımına uğradı, istersen ver’ karşılığını verince rahatladım.”
ÇAY İÇTİİdam gecesi Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının boynuna asılan yaftaları da aldığını ifade eden Dodanlı, “Deniz’in odasına girdik, ona yaftadaki özeti okudular. İki bardak çay içti, babasına mektup yazdırdı. İdama gitmekte olan bir insanın kafası ne kadar karışık olur bilemem ama çok edebi bir mektup yazdı” dedi.
“ARKADAŞLARIMI GÖRMEK İSTİYORUM”
Daha sonra Gezmiş’in ellerini çözdüklerini belirten Dodanlı, “Son olarak arkadaşlarımı görmek istiyorum dedi. Ondan sonra önce Deniz’i çıkardılar. İskemleyi ben kendim devireceğim, sakın kimse dokunmasın dedi” sözleriyle izlenimlerini aktardı.
30 YIL SONRA “HEPİNİZ SUÇLUSUNUZ”
Dodanlı, sonradan o gece ve önceki süreçte yaşananları kitapta topladığını, ancak kitabın 4. baskısında toplatıldığını söyledi.
Dodanlı, 30 yıl aradan sonra kitabı “Hepiniz Suçlusunuz” ismiyle yeniden okurla buluşturduğunu kaydetti.
Kaynak AA



DEVRİMDEN SONRA-FİLM

tavsiye eden ama takipçim olmayan kişi
r


YA TÜRKİYE'DE DEVRİM OLURSA?
"Devrimden Sonra" Türkiye'de gerçekleşebilecek bir devrimin hayata ve sokağa nasıl yansıyabileceğini, devrimin, sıradan insanların, işçilerin, gençlerin, emeklilerin hayatlarında neleri değiştirebileceğini anlatıyor.
Düşlerdeki Türkiye'yi, hep arzulanan ama bir türlü gerçekleştirilemeyen
hayalleri anlatıyor. Eğitimin, sağlığın, parayla satılmadığı, paranın aşka tuzaklar kuramadığı, insanların işsizlik korkusu ile yaşamadığı, gençlerin üniforma giydirilip emperyalist örgütlerin hizmetine sokulamadığı bir ülkeyi anlatıyor.
Ve hep beraber izlemeye, konuşmaya çağırıyor başka bir Türkiye'yi...
Bir kez daha düşünün ya Türkiye'de devrim olursa? Nasıl bir Türkiye olur?



http://www.devrimdensonra.com/



OYUNCU KADROSU:Ali Çatalbaş, Ali Uyandıran, Altan Gördüm, Aysan Sümercan, Ayşegül Alpak, Aytaç Arman, Bedia Ener, Belit Özükan, Beran Soysal, Cansu Fırıncı, Cengiz Kılçer, Cezmi Baskın, Çiğdem Özkurt Spickermann, Çisem Soylu, Elif Arıcı, Emin Gürsoy, Ender Yiğit, Engin Alpateş, Erdinç Tok, Erhan Alpay, Ferhat Aktaş, Ferhat Karaçak, Fırat Tanış, Hale Tüblek, Halil Ersan, Halil Küreş, Hasan Tanay, Hüseyin Akşen, Hüseyin Taş, Levent Ülgen, Mert Fırat, Metin Coşkun, Murat Vanlı, Musa Ağacık, Mustafa Payat, Müge Saut, Nevzat Süs, Orhan Aydın, Pınar Sağ, Renan Bilek, Selçuk Uluergüven, Serdar Orçin, Serkan Durak, Serpil Özcan, Sevtap Özaltun, Suha Çalkıvik, Suna Selen, Şerif Sezer, Taner Cindoruk, Timur Acar, Timur Ölkebaş, Tuğçe Tanış, Umut Topaloğlu (Çocuk Oyuncu), Vecihi Ofluoğlu, Vuslat Saraçoğlu

FİLMİN MÜZİKLERİ: Cahit Berkay, Akın Eldes, Emin İgüs, Ayşe Tütüncü, Sesler ve Düşler, Volkan Akkoç, NHKM Müzisyenler Atölyesi koro ve orkestrası



DÜŞÜNÜYORUM ÖYLEYSE VURUN 
Tavsiye eden takipçim:



İ lhan Selç uk
C U M H U Rİ Y E T Kİ T A P LA RI


Eflatun demiş ki:
"Ancak krallar filozof ya da filozoflar kral olursa devletler mutlu olabilir."
Günümüz koşullarında pek akıllıca sayılmasa da insanı düşünmeye
yönelten bir yanı vardır bu sözün; çünkü devlet yönetiminde
düşüncenin, fikrin, mantığın ağır basmasını istiyor Eflatun.
Oysa tarih boyunca devlet yönetimlerinde mantığın pek az payı

olmuştur.
Descartes’in ünlü özdeyişini anımsayın:
"Düşünüyorum, öyleyse varım."
Bu özdeyiş çoğu yerde şöyle anlaşılmıştır:
"Düşünüyorum, öyleyse vurun."
Çağımızda fikir özgürlüğüne karşı çıkanlar da böyle davranmıyorlar mı?




Prof.Sadun Aren -PUSLU CAMIN ARKASINDAN

Tavsiye eden takipçim  i

http://www.behiceboran.org/images/Sadun%20Aren[1].p

Sadun Aren'in anılarını bir gecede okudum. Ömür boyu peşini bırakmayacak polis takibatının bir baba mirası
olduğunu öğrendim ilkin. Annesinin Mevlevi tarikatına mensup olduğunu da... Çekoslavakya'nın işgalini hâlâ
"Bir ülkenin karşı kampa kaymasını önlemek için gerekli bir adım" olarak savunuyor Aren... Aybar'ın "güler
yüzlü" sosyalizm arayışlarını eleştiriyor. "Sovyetler çöktü, ama sosyalizm özlemi sönmedi" diyor. 84'lük bir
devrimcinin renkli anıları...
Can Dündar, 11.6.2006, Milliyet Pazar
Türk solunun efsane ismiydi... Hem yazıp çizdikleri, hem pratik siyasetin içindeki tavrıyla, o, Sadun Aren'di.
Sibel Nart, 20.6.2006, Bizim Gazete
Sadun Hoca'yı nasıl bilirdin derseniz cevabım şu olurdu: "Sakin, dolduruşa gelmeyen, kişiliğini ezdirmeyen,
fikri özgürlüğünden taviz vermeyen bir insan." Çok yanılmamışım.
Ertuğrul Özkök, 28.6.2006, Hürriyet
Prof. Sadun Aren'in İmge Kitabevi Yayınları tarafından basılan Puslu Camın A rkasından adlı anıları, son
derece yalın bir Türkçe ile yazılmış, ama o yalın anlatım içinde o denli zor konular ele alınmış, izlenimler o
denli etkili bir biçimde ifade edilmiş ki, insan okuduğu satırların ardındaki anlamlardan çarpılmışa dönüyor...
İşte Sadun Aren'in anıları, Türkiye'nin bir dönemine ışık tutmakla birlikte asıl bu sorulara yanıt veriyor... Bu
kitabı mutlaka okuyun.
Prof. Dr. Emre Kongar, 6.7.2006, Cumhuriyet
Sadun Hoca, 'sosyalizm'e dün olduğu gibi bugün de inanıyor. Ama 'eski sosyalizm'e değil. Bu noktayı da
anılarının sonunda olanca açıklığıyla belirtiyor.
Hasan Cemal, 30.7.2006, Milliyet
...Puslu Camın A rkasından (İmge Kitabevi) ışık saçıyor... Kitabı sıradışı kılan, "Sosyalizmin Yeni Yolu" başlıklı
son bölüm... Umarım kitap solda ciddi tartışmalar yaratır. Gazete sütunlarının ötesinde, öncelikli sol
aydınların düşünce dünyasında irdelenir. Çünkü kitapta sosyalist bir dünya inancıyla, çizgisinden
sapmaksızın, tüm eziyetlere direnmiş gerçek bir sosyalistin ufuk açıcı saptamaları, sürdürmekten
vazgeçmediği arayışları var. Haber arasına sıkıştırılmış "Sadun Aren özelleştirmeye karşı olmadığını itiraf
etti" biçimsizliğindeki sansasyon arayışları, kitaba ve Sadun Hoca'nın engin birikimine saygısızlık. Böyle
magazin kılıklı laflar belleklere yapışıp kalacağından, kitabı okumayacakların da aydınlatılması gerekiyor
sanırım.
...Sadun Hoca özelleştirmeyi Marksist çerçevede yorumluyor... Karşı çıkılması gerekenin yaratılan işsizlik,
dost-ahbap kayırmaları, usulsüz ihaleler olduğunu vurguluyor. Hocanın globalleşme yorumu da özenle
tartışılmalı. Geleceğin sosyalist dünyasının kuruluşuna ilişkin yöntem arayışları da... Çünkü hoca arayışların
sosyalizmi yeniden aydınlatacağını "Puslu Camın Arkasından" da net görebiliyor!...
Prof. Dr. Onur Kumbaracıbaşı, 4.8.2006, Vatan
İmge Kitabevi'nden çıkan -çiçeği burnunda- Puslu Camın A rkasındanadlı kitap, onurlu bir yaşamın dökümünü
veriyor. Bu öykü bilgi, deneyim ve mesajla yoğrulmuş. Onlara kulak kabartacaklar ise, genç kuşak olacak,
olmalı...
Server Tanilli, 11.8.2006, Cumhuriyet



PSİKOLOG SUFİ MUHYİDDİN ŞÜKUR


su üstüne yazı yazmak-gölgeler koridoru
Su Üstüne Yazı Yazmak” kitabının yazarı ve ünlü Amerikalı mutasavvıf Dr. Muhyiddin Şekur ile görüştüm.
“Kim olursanız olun, dininiz ne olursa olsun, gerçekten samimi bir ilginiz varsa ‘Hayat nedir?’ sorusunun cevabını bulursunuz” diyen Şekür şöyle konuştu: “Benim Müslüman olma sürecimin anlamı da budur. Kalbimin derinliklerinde her zaman kendimi bir Müslüman olarak gördüm. İlk defa namaz kılarken nasıl kılacağımı bilmiyordum. Yaratıcı ile karşı karşı karşıyaydım. Alnımın secdeye koyduğum zaman bu koca âlemde yalnız başıma olduğumu anladım. Koca âlemin içine girdim bir anda. Zemin yoktu altımda. Uçtum. Kendimizin ne olduğuna dair bir umudumuz varsa, hepimiz başarabiliriz. Bir çiçek alın, bir çocuğun elini tutun, bir yetimin başını okşayın. Bir şeyler yapın ama mutlaka. Kalbini keşfet ki kendini keşfedesin. Kelebekler ışığa doğru uçarlar, çiçekler ışığa doğru büyürler. Birileri o ışığı engellemeye çalışır fakat çiçek her halükarda ışığa doğru yönelmeye devam eder. Yol arar, imkân arar. Kaçırdığımız nokta şu; Aramaya devam etmeliyiz.”




Dr. Muhyiddin Şekur, hakikaten kendini “adamış” bir Amerikalı bilim adamı. İnsan Kitap’tan çıkan “Su Üstüne Yazı Yazmak” adlı kitabın müellifi olan Şekür, ABD Kent Eyalet Üniversitesi’nde Psikolojik Danışmanlık bilim dalında doktora yapmış.
Doğu’ya, Hicaz’a ve gönül dünyasına derin seferler yapan Üstad, Amerika’da yaşıyor ve kısa bir süreliğine de olsa İstanbul’a geldi. Net ifadesiyle; İstanbul’dan bir Muhyiddin geçti…









PERTEV NAİLİ BORATAV  - NASREDDİN HOCA


Pertev Naili Boratav, (asıl adı Mustafa Pertev, d. 2 Eylül 1907, Darıdere [bugün ZlatogradBulgaristan] - ö. 16 Mart 1998, ParisFransa), Türkhalkbilimcisihalk edebiyatı ve folklor araştırmacısı.

Darıdere'de 1907'de doğdu. 1927'de İstanbul Erkek Lisesi'ni, 1930'da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi.1931-1932'de Fuad Köprülü'nün asistanlığını yaptı.
1941'de Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği teziyle doçent oldu, 1948'de profesörlüğe yükseldi. 1948'de başkanı olduğu Halk Edebiyatı Kürsüsü CHPiktidarınca komünizmi yaydığı gerekçesiyle kapatıldıktan sonra yurtdışına gitti.
ABDAlmanya ve Fransa'da çalıştı. 1940'lı yıllarda Behice Boran'ın Yurt ve Dünya dergisini yönetti. Stanford Üniversitesi Türkiye bölümünü kurdu. Paris'te ölümüne kadar CNRS (Centre National de la Recherche Scientifique)'de çalıştı. 1998'de Paris'te öldü.
Türk halk edebiyatı araştırmaları öncüsü Pertev Naili Boratav 2000 masal, 40 halk hikâyesi, çocuk oyunları, türküler, tiyatrolar, şarkılar, fıkralar, şiirlerden meydana gelen zengin bir arşiv kurdu. CNRS, Sedat Simavi, TC Kültür Bakanlığı ödülleri almıştır.
- Gerçek Nasreddin Hoca ile tanışmaya hazır mısınız? ‘Nasreddin Hoca’ kitabı, yayın dünyasında skandal etkisi yaratan olayın üzerinden 11 yıl geçtikten sonra, bu kez Kırmızı Yayınları tarafından yeniden basıldı. Yapı Kredi Yayınları’nın o dönemdeki yönetmeni Enis Batur, kitabın ‘müstehcenliğinden çok dinle ilgili bölümleri nedeniyle tepki alacağı’ düşünülerek toplatıldığını söylüyor. Kitaptaki hikayeleri okudukça, şimdiye kadar bize öğretilenden farklı bir Nasreddin Hoca ile karşılaşıyoruz. Kırmızı Yayınları’nın sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni Fahri Özdemir, bu nedenle okurları ‘yeni’ bir Nasreddin Hoca’dan çok, ‘gerçek’ Nasreddin Hoca ile tanışmaya hazır olmaları konusunda uyarıyor. Özdemir’e göre, Hoca bugüne kadar hep din konusunda ılımlı bir insan olarak gösterilmişti.
Pertev Naili Boratav, Türk kültürünün kaynakları arasında en başta halk edebiyatının geldiğine inanıyordu. Anadolu halk kültürü araştırmalarına, aşık geleneğine yöneldi.

MUSTAFA KUTLU -ANADOLU YAKASI

Tavsiye eden eski takipçim ve engelleyen kişi:)
hararetle tavsiye ederken zerre kadar kuşku duymadığım bir kitap... okuyun, okutun.











Mustafa Kutlu yeni kitabında Anadolu Yakası'nın hikayesini yazdı. Kutlu, girişimci bir Anadolu insanının şahsında taşra, merkez, toplumsal yapı ve kültürel kodlar üzerine eğiliyor.Kutlu "Anadolu Yakası"nda, "Öyküde Merkez-Taşra Görünümleri" başlıklı yazısından alıntılar yaparak, taşrayla ilgili görüşler ileri süren kimi yazarlara cevaplar veriyor. "Modern Öykü Kuramı"ndaki kendi alıntısını da yorumluyor. Tabi bütün bunları öykünün kahramanı yapıyor. Önce isim verilmeden kitapta yer alan Tanıl Bora'nın şu pragrafı aynen alınıyor: "Dar ufuklar, kahredici bir yeknesaklık, boğucu bir taassup, iletişim evreninin kısalığı, cemaatlere sıkışmış kısır bir kamu âlemi, yabancı olan her şeyi tuhaf bir bitkiymiş gibi algılayan yabani bir hâl, vasatlığın hizaya sokucu egemenliği." Ve kahraman bu yaklaşıma cevap veriyor: "Arkadaş taşraya düşman gözüyle bakıyor." Arkasından yine kitapta tartışılan Nurdan Gürbilek'in "taşra sıkıntısı" yorumlanıyor. Kahraman bu tanıma kızıyor: "Taşra Sıkıntısı" diyorlar. Yahu boş gezenin boş kalfası her yerde sıkılır." Oysa "Taşranın ahengi bir yer altı nehri gibidir. Üstündekileri besler, büyütür ama gücünün sırrını açığa vurmaz. O sebeple zâhire değil bâtına bakmak lâzımdır." Tabi tartışma bu kadarla sınırlı değil. İyisi mi 'Anadolu Yakası'nın hikayesini Kutlu'dan okuyun. 






 DON MİGUEL  RUİZ        4 ANLAŞMA 


http://www.miguelruiz.com/

Şu anda gördüğünüz ve işittiğiniz her şey rüyadır. Şu anda rüya görüyorsunuz. Beyniniz uyanıkken rüya görüyorsunuz. (Sayfa 25)
Kendinizle başka insanlarla, Tanrıyla, toplumla, anne babanızla, eşinizle, çocuklarınızla, yaşam rüyanızla binlerce anlaşma yaptınız. Ama bunların içindeki en önemli anlaşmalar, kendinizle yaptığınız anlaşmalardır. Bu anlaşmalarla kim olduğunuzu, ne hissettiğinizi, neye inandığınızı ve nasıl davrandığınızı belirlediniz. Sonuca kişiliğiniz diyorsunuz. (Sayfa 36)
Eğer yaşamımızı yöneten anlaşmalarımızın farkında olursak ve yaşam rüyamızdan hoşnut değilsek, anlaşmaları değiştirmemiz gerekir.
Enerjimizi çalan korku temelli anlaşmaları değiştirmeye hazır olduğumuz noktada bize yardımcı olacak dört anlaşma vardır. (Sayfa 37)
Dört anlaşmayı yapabilmek için çok güçlü bir iradeye sahip olmak gerekiyor. Ama bu anlaşmalar doğrultusunda yaşamaya başlayabilirseniz, hayatınızdaki dönüşüm şaşkınlık verici boyutlarda olacaktır. (Sayfa 37)
* * *

Birinci Anlaşma: Sözünüzü özenle seçin

Kendinizle "sözlerinizi özenle seçeceğiniz" konusunda bir anlaşma yaparsanız, sadece bu niyette olmanız bile içinizde birikmiş olan duygusal zehirden arınmanız için yeterli olacaktır. Gerçek sizin ağzınızdan dile geldiğinde sizi arındırır ve özgürleştirir.
Fakat bu anlaşmayı yapmak çok zordur. Çünkü biz tam zıddı bir şekilde davranmayı öğrendik. Başkalarıyla iletişimde yalan söylemeyi alışkanlık haline getirdik. Daha da önemlisi kendimizle olan iletişimde de yalan söylüyoruz. (Sayfa 45)
Kara büyünün en kötü şekli dedikodudur. Çünkü saf zehirdir.
Dedikodu yapmayı da anlaşmayla öğrendik. Çocukluk yıllarında yetişkinlerin sürekli dedikodu yaptığına şahit olduk. Duygusal zehir, fikirlerle birlikte aktarılır ve biz bunun iletişimin normal yolu olduğuna inanarak büyüdük. Dedikoduyu iletişimin ana ekseni olarak kullandık, hatta birbirimize yakınlık hissetmenin aracı hâline getirdik. (Sayfa 48)
DON MİGUEL RUİZ

İkinci anlaşma: Kişisel algılamayın 

Hiçbir şeyi kişisel algılamamayı alışkanlık hâline getirdiğinizde, birçok ızdıraptan kaçınmanız da mümkün olur. Kızgınlık, kıskançlık, fesat gibi duygularınız yok olur, üzüntüleriniz bile kaybolur. (Sayfa 64)
Bu anlaşmaya uyduğunuzda, yüreğinizi tümüyle açarak dünyayı dolaşsanız bile kimse size zarar veremez. O zaman alay edilme ve reddedilme korkusu olmadan istediğiniz kişiye "seni seviyorum" diyebilirsiniz. Daima yüreğinizin götürdüğü yere doğru gitmeyi seçebilirsiniz. O zaman cehennemin ortasında bile iç huzuru ve mutluluğu hissedebilirsiniz. (Sayfa 65)
Üçüncü anlaşma: Varsayımda bulunmayın


Yaşamımızdaki üzüntülerin ve dramların kaynağında kişisel algılamak ve varsayımda bulunmak vardır. Bu sözün gerçekliği üzerinde bir an düşünün. (Sayfa 69)
İnsan zihninin çalışması ilginçtir. Kendimizi güvende hissedebilmek için her şeye bir anlam vermeye, açıklamaya, anlamaya ve anladığımız şey konusunda haklı çıkmaya ihtiyaç duyarız.

Dördüncü anlaşma: Elinizden gelenin en iyisini yapın

"Aksiyon, hareketlilik" dolu dolu yaşamaktır. Aksiyonsuzluk yaşamı yadsımanın bir yoludur. Hareketsizlik yıllar boyu her gün televizyonun karşısında oturmaktır. Çünkü canlı olmaktan ve kim olduğunuzu ifade etmek için risk almaktan korkarsınız. (Sayfa 83)
Sözlerinizde özenli olduğunuzda, hiç bir şeyi kişisel algılamadığınızda, varsayımda bulunmadığınızda ve elinizden gelenin en iyisini yaptığınızda harika bir yaşamınız olacaktır. Yaşamınızın kontrolü yüzde yüz sizin elinizde, sizin yönetiminizde olacaktır.

AZİZ NESİN ''DUR BAKALIM NE OLACAK''
Tavsiye eden takipçi:





http://www.nesinvakfi.org/
DUR BAKALIM NE OLACAK 
Boğaziçi"nin Karadeniz Boğazına yakın Anadolu yakasında, deniz kıyısı üstünde bir çayevi... O çay evinin hemen bütün müşterileri, hep o semtin insanları olduklarından ve oraya sık sık geldiklerinden birbirlerini tanırlar. Çoğu da emeklidir. Emekli olunca konuşmaları doğal olarak geçim sıkıntısı, pahalılık, sürekli zamlar vb konular üstüne oluyor.
 O sabah da yine her zamanki gibi önce ev dertlerinden başlayıp ülkenin sorunlarından konuşmaya geçtiler. Hükümet enflasyonu yüzde otuzda tutacağına söz vermişti, oysa yüzde sekseni buldu. Yüzde seksen, ha? Peki ne olacak? Almanya ya, Fransa"ya, İsveç"e işçi gönderdik, yine yetmedi; ta Arabistan"lara, Avustralya"lara işçi gönderdik, yine yetmedi. Şimdi de Sovyetler Birliğine işçi gönderilecekmiş. Gitmeye istekli işçiler öyle yığılmışlar ki, sıra kapmak için birbirlerini ezmişler. Allah Allah!... Yahu, komünist Rusya ya bile işçi gönderecekler ha? Paranın komünisti, faşisti, dini imanı olur mu arkadaş, para paradır, gelsin de nereden gelirse gelsin. Ben komünistin parasını alıp cami yaptırdıktan, kuran kursu açtıktan sonra bir günahı yok ki... Üstelik sevabı bile var.
 Peki bunun sonu nereye varacak birader? Allah sonumuzu hayır eylesin!
Efendim, memleketin bütün gelirleri, aldığımız dış borçların yıllık faizini ödemeye bile yetmiyormuş. Deme yahu... Amerika"dan aldığımız borçlarla, salt eski borçların faizini bile zor ödüyormuşuz. Allah Allah... Bu gidişin sonu nereye varır dostum?
Ayemef diye uluslararası bir kuruluş var ya hani... Evet, işte o uluslar arası para fonu mu ne... Uluslararası demek, ne demek?
Amerika demek... İşte bizim kendi memleketimizde nereye ne yapacağımıza, neyi nasıl yapacağımıza, neyin nasıl yapılacağına, fabrikamıza, yolumuza, her şeyimize, her şeyimize o karar verirmiş... Yok yahu... Bak bunu bilmiyordum... Peki, böyle giderse ne olur...
Her gün, her akşam hep bu konular konuşulur... Her konuşmada aynı sözlerle şaşarlar! Yok yahu!... Allah Allah!...
 Çayevindeki emekliler birbirlerine hep yanıtsız kalacak aynı soruyu sorarlar:
 -Peki, ne olacak böyle? Bekleyelim görelim. Bakalım, ne olacak?
 -Bunun sonu nereye varır böyle? Hep merak ediyoruz. Dur bakalım, ne olacak?
O sabah yine hiç bıkıp usanmadan aynı konular konuşuldu ve çayevindeki herkes birbirine "Dur bakalım, ne olacak?" dedi.
Gün görmüş, dönem geçirmiş, eski Tophane Askeri Sanayi Mektebi"nden yetmişe, yetmişini çok aşkın bir eski işçi emeklisi,
-Dur bakalım, ne olacak deyip duruyorsunuz da, bana bir akrabamızın başına gelenleri anımsattınız.. dedi.
Başlar ona yöneldi. Akrabasının başına geleni merakla sordular. Bu ilgiyi bekleyen işçi emeklisi de olayı şöyle anlattı.
Hani hükümetimiz darda kalıp dünya cenneti Boğaziçi"nin en güzel tepelerini, korularını, yerlerini, petrol zengini Araplara satıyordu ya... İşte o sıra bir Arap zengini çıktı ortaya, Şeyh mi Prens mi, yoksa hepsi birden mi, öyle bir şey. Adı Ebul-Fatık El-Mışki. Boğaziçi"nin seyrine doyum olmaz tepelerden birini satın almış. Oraya artık köşk mü, konak mı, saray mı, işte öyle bir şey yaptıracak. Derken bu Ebul Fatık, bir Türk kızıyla evlenme sevdasına düşmüş. Hangi Türk kızı olduğu belli değil, yeter ki Türk kızı olsun... Elbet Arap ölçülerinde güzel de olacak.


Futbol Asla Sadece Futbol Değildir-SIMON KUPER

Tavsiye eden takipçi:



Orjinal isim: Football Against the Enemy

Simon Kuper, adını tek kitapla efsaneleştirmiş olan bir yazar. Futbol Asla Sadece Futbol Değildir, çıktığı günden beri herkesin dilinde. Elbette durum Türkiye'de epeyce farklı. Sevgili Attila Gökçe'nin muhteşem bir isabetle belirttiği gibi, futbol



dünyasında herkes bu kitaptan haberdarmış gibi konuşuyor ama satışı olsa olsa 3-5 bin aralığındadır. Şaşılacak bir şey yok: Bu memlekette gerçekten bilmek değil, biliyormuş gibi görünmek önemlidir. Hatta gerçekten bilenler ‘ukala' diye tepki görürler, biliyormuş gibi görünenler ise ‘yaman adam'lardır... 


FUTBOLUN ŞİFRELERİ, SİMON KUPER, STEFAN SZYMANSKİ, ÇEV.: ELİF NİHAN AKBAŞ, İTHAKİ YAYINLARI, 408 SAYFA, 19 TL
Kuper'in spor ekonomisti Stefan Szymanski ile birlikte yazdığı Futbolun Şifreleri, biliyormuş gibi görünmeyi önemseyenlerin ülkesinde ilgi görecek değil, can sıkacak bir kitap. Çünkü içinde bir yığın 'sahici' bilgi, belge, araştırma, soruşturma ve değerlendirme var. Bunları doğru dürüst anlayabilmek için dahi belli bir çaba ve birikim gerekiyor.
    Daha kapaktaki sorular bile kitapla ilgili epeyce kışkırtıcı bir tanıtım anlamını taşıyor: "Almanya ve Brezilya hep kazanırken, İngiltere neden hep kaybeder? Gelecekte neden Türkiye, Avustralya, Japonya, ABD ve hatta Irak futbolun kralı olabilirler?" Kitap bunun gibi bir yığın soruya yanıt arıyor. Dünya futboluyla ilgili olarak bildiğimizi sandığımız bazı konuların başka bir bakışla yeniden ele alınmasını sağlıyor.


1970’de Uganda’da doğdum. Henüz bir yaşıma girmemişken Londra’ya taşındık. Daha sonraları Hollanda’da ve birçok başka ülkede yaşadım. İlk futbolumu Hollanda’da oynadım. Oraya, yedi yaşına girmeden hemen önce, 1976’da taşındık. O dönemlerde Hollanda futbolu zirvedeydi ve yaşadığım sokakta, her akşam mahallenin çocukları futbol maçı yapardı. Kardeşim ve ben futbola böyle başladık. Sanırım ben hep yazmak istiyordum ve 16 yaşındayken World Soccer dergisi için Hollanda futbolu hakkında yazmaya başladım.

DEVAMI İÇİN ....
http://sihirlikrampon.blogspot.com/2009/12/simon-kuper-roportaj-tam-metin.html



ONCE UPON A TIME ADAKALE WAS IN THE TUNA RIVER

When I was looking for Ottoman time fairy tails I found out about Adakale. The history of A little island fascinated me and I couldn't s...